
Böyle soruyordu sevdiğim bir yazar. Önce şaşırıp, sonra içimden “Öyle gibi, neredeyse öyle,” tarzında şeyler geçirdiğimi hatırlıyorum. Ancak muhtemel yanıt, sorunun o korkutan basitliğine öylesine gömülüydü ki uzansam da çıkamayacağımı anladığımdan “Nasıl da yaratıcı bir soru!” gibi kaçak bir yorumda bulunmuştum.
Üzerinden zaman geçtikçe anlıyorum. İçten içe öyle olduğuna inanmakla, öyle olduğunu reddetmek arasında kalmıştım. Bahşedilmiş bir hayatı küstahça bir şımarıklıkla yere çalmanın utancından uzak kalmak istemiş olabilirim. Üstelik insan olma ayrıcalığını elde etmiş bir akıl sahibi için tehlikeli patikalar bunlar. Öyle değil mi?
Şimdi müsaadenizle öteki çatıya atlamak niyetindeyim. Hayır, arada köprü ya da geçit yok. Hatırı sayılır da bir boşluk var üstelik. Hiç öyle geriden koşup uzun atlama falan da yapmayacağım. Düşersem de “Hiç de ehil değildi zaten,” der, konuyu kapatırsınız.
Bugün hala gündüzken, odalar arası dolaşımda hız skorlarımı zorlarken, işler güçler hiç bitmezken “Amaaan! Yapmayacağım, oturup dizi falan izleyeceğim,” derken, kendim için çay demlerken, kaseye çekirdek dökerken, sonra ayaklarımı pufa uzatıp bilgisayarı da dizlerime koyarken, izlerken, izlerken, bir izlemektir gelip de hiç gitmezken paldır küldür aydınlanıverdi ortalık. Işıl ışıl ünlemler sardı her yeri. İzlemek! “Belki de,” dedim, “en sağlıklı kalacağım kovuk budur.”
İzlemek…
Cümledeki özneyi sildiğim andır bu. Kendimi yok kıldığım an…
İzlerken nasıl da cillop gibi hayat!
Nerede bağırıp çağıran, nerede savaşan, yanan, yıkılan, ölen, öldüren, yolda bayılıp düşen, nerede gündemi süpüren sansasyonel haber, oradadır izleyenler.
Saydamdırlar üstelik. Hep ortalıkta dururlar ama kimse görmez onları.
Yaşayanlar kanar, yanar, ağlar, güler, ölür, çürür ama izleyenlerin kılına zarar gelmez. Acımaz sağları solları. İçlerinde görmüş geçirmişleri, bir zamanlar yaşamaya niyetlenip de payına boy ölçülerinden fazlası düşmüşleri de vardır. İşte en güzel seyircilerdir onlar. Gözlerini ayırmadan izlerler, çünkü bunu yapmayı bırakırlarsa aynaların hiç vakit kaybetmeden kendilerine döneceğini bilirler. Aynalar dönerse fena! Aynalar dönerse yüzleşmek felaketi var. Aynalar dönerse ardı sıra dizilecek pek çok zor soru var. Her biri “Yaşamak sağlığa zararlı mıdır?” kadar korkunç basit zorlukta olan pek çok, çok çok, ne çok soru.
2020 ‘de yeni bir hayat kurduk evlerde. Pek heves ettiğimiz home office çalışmalar hayalken gerçek oldu. Ancak üstte gömlek, altta eşofman, “Ohh pek rahat günler “ uzadıkça öz çekimleri de arttı hayatın. Kalabalıklardan, hayatın gürültülü telaşından mesafe alırken aynalara yakalandı gözlerimiz. Akşamları azıcık soluklanıp ertesi günü tasarlayarak uykulara daldığımız rahat odalar daraldı da daraldı.
Duvarlar ne kadar da dik!
Tavan da epey alçakmış.
Bulaşık makinesini daha dün boşaltmamış mıydım?
Kırışıklıklarda gözle görünür artış var.
Şu çöp suyunu sürekli asansöre damlatan sekizinci kattaki edepsizin kapısına gidip ortalığı dağıtacağım yarın.
Boyamayacağım artık bu saçları.
Canım n’aber? Şu senin gittiğin terapistin adı neydi ?
Atın beni denizlere!
Bana sorma çocuğum, ben senin annenim, git öğretmenine sor.
Şu uzaktan eğitim beni çok yakından tehdit ediyor sayın doktorum.
Hayat kısa, kuşlar uçuyor.
Olmak ya da olmamak.. Şimdi bütün mesele bu mu?
Aaaaa! Kulağımın üstünde ben, gözümün üstünde kaşım varmış.
Hiçbir işe yaramıyor yazdıklarım. Şöyle hakkıyla yaptığım tek bir iş bile yok. Yarım yamalak insanım.
Az çaba, çok fayda! Yok böyle bir dünya. Hangi gezegende yaşıyorsunuz siz? Bir kendinize gelin, büyüyün artık. Yok! Öğretmenlik de yapamıyorum artık, tüüüü bana!
İnsan ne için yaşar doktor?
Homo homini lupus!
İnsan bir damla kan, bin endişedir diyor Sadi.
Normal zamanlarda söylenmiş bilgece bir deyiş.
İnsan bir damla kan, bin kayboluş şimdi.
DC
*Homo homini lupus: İnsan insanın kurdudur.
*Sevdiğim Yazar : Zeynep Albaraz Gencer