
Çernobil nükleer felaketi yaşandıktan bir süre sonra Sovyetler Birliği, facianın izlerini silmek için radikal planları uygulamaya başlar. Bunlardan biri de insandan arındırılan yerleşim yerlerinde yaşamaya devam eden, yoğun radyasyona maruz kalmış hayvanların öldürülerek gömülmesidir. Bu iş için ayrı bir askeri birim oluşturulur ve tek görevleri budur. Sahipleri tarafından terk edilen evcil hayvanların bir çoğu da ne yapacaklarını bilemeyerek gruplar halinde yerleşim yerlerine yakın ormanlık alanlara giderler.
Bu iş için kurulan askeri birimler hayvan avına başladıklarında çok ilginç bir olay yaşanır. Ormanlık alandaki ya da açık kalan binalarda saklanan özellikle evcil hayvanlar, insan sesini duyduklarında büyük bir sevinçle askerlerin üzerine doğru koşmaya başlarlar. Uzun bir süre sonra insanlar geri dönmüştür ve hasret son bulmuştur. Tekrar sahipleri tarafından kucaklanacak, doyurulacak, ve onlara olan sadakatlerinin mutluluğunu yaşayacaklardır. Evcil hayvanların yanı sıra vahşi hayranların bile gelen insanları ilgiyle izledikleri görülmüştür.
Ama yanılan hayvanlar olmuştur!
Kesinlikle dokunulması ve hayatta bırakılması yasak olan hayvanlar, büyük bir sevinçle üzerlerine koştukları askerler tarafından bir bir vurularak öldürülmüşlerdir. Bazı askerler bu işi yapamayacaklarını belirtip başka görevler için başvuruda bulunmuşlardır. Aklınıza gelebilecek tüm evcil hayvanlar ve yaklaşılabilen vahşi hayvanlar yavrularıyla beraber öldürülmüştür.
Amacım, burada yapılan uygulamanın doğruluğu ya da yanlışlığını tartışmak değil. Belki de insan tarafından o aşamaya getirilen bir felaketin sonrasında doğru olan buydu. Beni etkileyen asıl konu ise o hayvanların neler hissettiğiydi. Nasıl bir sevinçle kendilerini bekleyen namluların üzerine koşmuşlardı? Vuruldukları an neler hissetmişlerdi? O an ölenler belki de şanslıydı, çok sayıda hayvan vurulduğunda ölmemiş, yaralı halde insana doğru ilerlemeye devam etmişti. Çünkü çaresizlerdi ve insandan başka sığınacakları bir kapı yoktu.
Bunu bize neden anlattın derseniz eğer hemen açıklayayım; aylardır Avusturalya kıtası yanıyor. Kontrol altına alınamayan yangınlarda 500.000.000 (Beş yüz milyon) hayvanın öldüğü belirtiliyor. Yangın görüntülerini izlerken tıpkı çernobilde olduğu gibi insanlara koşan hayvanlar gördüm. İnsanlara sarılan koalalar, kangurular. Öyle bir sarılıyorlar ki ne hissettiklerini anlayabiliyorsunuz. Çünkü çaresizler ve insandan başka sığınacak kapıları yok.
Bu yazıyı; küresel ısınmaya son! Hayvan hakları! İnsanlık nereye gidiyor! Duyarsızlaştık! Gibi söylemlere malzeme yapmak için yazmadım. Çünkü hepimiz az ya da çok bu günahların ortağıyız. Tek amacım her iki olayda da o hayvanların ne hissettiklerine dair kendimce empati kurmaktı. Seslerini duydukları o insanlara koşarken, ya da sarılırken ne hissettikleri…
Hayvanlar herşeyin farkında. Bu dünyanın kaderinin insan denilen canlının elinde olduğunun farkında. Kendilerini ve doğayı yaşatacak olanın da yok edecek olanın da insan olduğunun farkında.
Yok eden de insan, var eden de.
Peki siz hangisi siniz?
Yok eden mi, var eden mi?
Cevabı basit aslında…
Yok ediyor ve yok oluyoruz!
Hayvanlar her şeyin farkında!
Özkan SARI