O Vakit

Tomurcukların pıt pıt çatladığı,
polenlerin oradan oraya uçuştuğu ılık bir bahar akşamıysa
verandasından yeşil bahçeye,
terasından kızaran göğe ya da balkonundan mavi denize bakıyorsa
huzuru koyar masasına yazar.

Yağmurlu bir ağustos ikindisinde
toprağın kadim rayihası sarmışsa havayı,
bir aşktır gelmiş ve bir yalnızlıktır kalmışsa geriye
hasreti demler,
ince belliye kırmızı bekleyişler döker yazar.

Gramofonda eski bir alaturka
batan güne dalar iken,
bir iç geçirmelik zamana
bir ömürlük masal dizer yazar.

Bir düş görür bir güz vakti,
düşünde kanatsız bir kuş kızıllığın ortasından süzülür.
Ufkun belinden yarım bir güneş doğar sonra.
Bir yalnız taka çıkagelir,
kıpırtısız suyun üstünde
bir kaybolur, bir görünür.

Terli alnıyla yatağından doğrulup
hayra uzanmış anlamlar arar.
Bulursa
düşüne minnet duyar,
bulamazsa
o kuşa kanat takıp
yeni uykulara gönderir yazar.

Herkesle aynı yolu yürür
lakin ne kaldırım ne apartman
ne de mazgal aynı görünür.
Çarpan kapıları, kornalaşan arabaları,
içinde her şeyi eriten gri uğultuları
hiç denenmemiş renklere boyar,
duyulmamış notalara sarar,
herhangi şeyleri
şarkılı ölümsüzlüklere ilikler yazar.

Hangi denize bakıyorsa
onun dalgasına kapılır içi.
Hariç değildir ne yazdan ne de güzden.
Hangi kıtanın göğünde almışsa nefesi
onun rüzgarına takılır sesi.

Ve elbet
düşerken zamanın kumları
çoğu kez sarsılır toprak.
Toprak dediğin,
altı-üstü ateşten çanak.
An gelir,
sancılanır dünya,
daralır bütün genişlikler.
“Yaşanmasa da olurdu” diye bahsedilen
hazsız ama dertsiz dünler,
mahcup özlemlerle kol kola girer.

İşte o zaman
çarpan kapılardaki zebaniler görünür.
Kaldırımlar uçurumlara,
arabalar huzur avcısı kemirgenlere dönüşür.

Rüyadan kovulup kabusa düşer yazar.
O vakit,
cehennem mürekkebe akar,
ateş eli,
el kalemi,
kalemin ucu kağıdı yakar
o vakit.

Derya CESUR
Mart 2020
Samsun

Müzik: Awaiting The Night – Kristin Amarie

Ayrılık

Sigarayı bıraktım,

içkiyi azalttım,

tek kötü alışkanlığım kaldı;

şiiri bırakamıyorum.

Nasıl olsun?

Mevsim kış,

hava soğuk,

şehir gri,

hasret baki!

Sormadın da,

söyleyiverdim işte…

Sen nasılsın?

Bir Adam

Bir adam sevdim..

O sevmeyince beni,

henüz boyanıyordu ki toprak sarı, turuncu, kahverengi,

bir şehirden gittim.

Adımı, bakışımı, saçımdaki dağınıklığı bir kağıda iliştirdim.

Şimdi mevsim kış, hava soğuk, şehir gri.

Elimde taze bir aşkın

yeni baloncuklanan teri,

tarifsiz bir iyilikteyim,

kal demediğin o güzden beri.

Bir Kadın

Özkan SARI
Derya CESUR

http://www.demlikedebiyat.com

Biz

Biz birlikte güzeliz sevgili deniz.
Yüzün
ben baktıkça daha mavi,
kıyıların
ben bastıkça sohbetli.

Biz birlikte özgürüz sevgili deniz
Ben
sana sarıldıkça öteyim dünyadan.
Üstünde gezindikçe,
dalgalarında yükselip indikçe
razıyım uyanmaktan.

Sen,
beni kucakladıkça engin,
atlayıp bir kayalıktan
dibini bulamadığımca daha derinsin.
Kadimsin,
kalendersin,
hakimsin
ama bir gölden,
bir nehirden benimle ayrılır sesin.

Ufkunda gemilerini yürüten benim.
Seni keşfe çıkıp fırtınalarında kaybolmuş,
renkli mercanlarını yaydığın,
balıklarına yuva yaptığın batık yelkenliler ben’im.

Ben senin isminim sevgili deniz.
Seni fısıldayan,
bağıran,
adından ilhamla şiirler yazıp
şarkılar besteleyenim.

Sen,
şiddetli kabartılarınla döverken kayaları
bir sigara dumanıyla sana kederli,
keyifli,
gelgitli selamlar gönderenim.

Biz birlikte varız sevgili deniz.
Küreğim teninde gezinir,
oltam gün doğumunda istavrite kur yaparken
ve saçlarım yosun,
derim iyot kokarken tamız.

Aylardan kasım,
yine adını kaleme doladım.
Oturup kumlarına, aklımı manzarana uzattım.
Ben iyiyim,
yok yarına ilişkin kedere değer bir kaygım.
Sen de öylesin,
öyle’den öte,
yıldızlarını takmış dünyevi bir tanrıça gibi
ışık ışık süzülmektesin.

Biz
aynı nakaratta buluşmuş çift sesli bir ezgi gibi
iki sonbahar misafiriyiz şimdi.
Biraz oturup, kalkacağız mevsimden.
Kışı eldivenlerle tutup
geçeceğiz buzlu bir demden.
Sonra
açık pencerelerden sızan cik cikli sabahlara uyanacağız hep yaptığımız gibi.

Biz
aynı güz güneşinde gülümseyen
iki bilinenli denklemiz şimdi,
iyi ki …

Mış’lı Zaman Anlatısı

Aylardan bir ay,

günlerden bir gün,

sabahlardan eflatun bir sabahmış.

Kaldırım sarı,

kaldırım kahverengi,

kaldırım turuncuya sarılmış.

Günlerden bir gün,

sabahlardan bir sabah,

saatlerden tek sayılık rakammış.

Açığa uzanan taka

geride kabaran sular,

geride aç homurtular,

geride siftahlı dualar bırakmış.

Sabahlardan bir sabah,

saatlerden bir saat,

dakikalardan üç çeyrekli bir anmış.

Tepede geceleyen rüzgar

uyanınca gerinerek

havayı eskimiş çöp,

havayı iyot,

havayı ekmek kokusu sarmış.

Saatlerden bir saat,

dakikalardan buçuklu,

saniyelerden, bir kuş ötüşlük zamanmış.

Serin hava ısınmış,

yol uzunken kısalmış,

kadının her adımında

hayal hakikatle bulanmış.

Martı yukarıda,

dalga aşağıda

masal
ortada
kalmış.

Eylül 2019

Yalova

Eylül

Bir günü daha sakince eskittim işte.

Bir güneşi daha,

izleyemeden yitirdim ufukta.

Bir gece daha örtüyor üzerimi pamuklu yorgan misali.

Yastıkta otuz sekiz yaş telleri,

beyaz tavanda

gittikçe çoğalan iris lekeleri…

Bir günü daha geçmişe diktim yine.

Siyahı uykuma, beyazı sabaha ilikledim.

Bir çatıdan ötekine doğru taşınırken bedenim

kim bilir kaç sokak lambasından geçti içim,

kendinden gitmemek için.

Bir mevsimi daha devirdim, yeni yetme sükûnetle.

Elde kaç var bilmeden

otuz sekizinci vedamı ettim kızgın kumsala,

dalgalı yakamoza.

Dışarıda güz çanları…

Eylül,

sanki yollardan, kaldırımlardan,

şemsiye tentelerinden şırıl şırıl yürüyen güzel bir kızın adı.

Az önce,

penceremde oturan gece

koca ağzıyla dişlerken zamanı,

uyuklayan bir bilmece düştü avcuma;

kendini kovalarken yorulmuş

ihtiyar cevabına sarılı.

Eylül…

Ateşte, sıcağını koruyan son köz,

denizde balık,

bende,

ilk kez mırıldandığım nihavend şarkı.