Ön not: Bu yazı siyaset ihtiva etmez. Fikir de empoze etmez. Sadece okumayı hobi olarak görenler için yazılmıştır.

Sağlık uzmanı, diyetisyen, hekim değilim. Medyada görünen din, siyaset, ekonomi, eğitim, deprem ve sağlık uzmanlarının birbiriyle tamamen çelişen fikirleri savunduklarını gördükçe geleceğe ilişkin umutlarım zayıflıyor.

Hiç ekmek yemeyin diyenler: Canan Karatay, Ümit Aktaş vb.

Az ekmek yiyin diyenler: Osman Müftüoğlu, beyaz Türk camiası vb.

İstediğiniz kadar ekmek yiyin diyenler: Ahmet Rasim Küçükusta, Murat Kınıkoğlu, Türk halkı vb.

1970’li yıllarda bir dağ köyünde ilkokul öğrencisiyken taa ABD’den gelen beyaz undan bizlere de veriyorlardı. Bu unları eve götürüp bembeyaz ekmek yaptırıyor ve bunu katıksız olarak iştahla yiyorduk.

Sinsi ABD’liler yüzünden asırlardır yediğimiz esmer köy ekmeklerini (bazlamaç, taş çöreği) beğenmez olmuştuk.

2 yıl kadar önce yanıma eski bir öğrenci geldi. “Fırınımız var. Ekmek yapıyoruz” dedi. Ben de “Hangi ekmek sağlıklı, beyaz mı, kahverengi mi” diye sordum. Bana aynen şunu dedi: “Hocam beyaz, kahverengi fark etmez. İkisi de aynı. Beyaz una gıda boyası ekliyoruz, esmer ekmek oluyor” deyince bildiğim bütün bedduaları sıraladım…

Ara sıra Tarım Bakanlığı gıda ürünlerinde tahşiş (hile) yapan firmaları açıklıyor. Onları okudukça hiçbir şey satın almak istemiyorum. Milyon sene önceki atalarımız gibi sadece topraktan çıkan şeyleri yiyeyim diyorum ama sağlıklı toprak da yok ki.

1970’li yıllarda dedem karasaban ile tarla sürerken toz şekere benzer bir yapay gübreyi toprağa rasgele serperdi. Patateslere gelen böcekler için de DDT adlı turuncu tozu kullanırdı. Yıllar sonra DDT’nin kanser yaptığı, tüm dünyada yasak olmasına rağmen sadece bizde herkesin kullandığını okudum.

1968’de doğdum. 40 yıl boyunca hırsız ABD’nin bize kakışladığı ne kadar sahte yiyecek (?) varsa tükettim. Plastik gibi margarinler, şekerli gazozlar, hazır çorbalar, her türlü abur cuburlar vb. beni çok yıprattı. Orta yaşa ulaşınca şeker, tansiyon, kolesterol gibi dertlerden haberdar oldum. Hekime göründüm. “Bu şekilde tıkınmaya devam edersen 1-2 yılda geldiğin toprağa kestirmeden geri gidersin” dedi. Daha erken, gitmeye niyetim yok diyerekten sağlıklı yaşam üzerine yazılmış eserleri dikkatle okudum. 2010 yılından beri her türlü şekerden, rafine tuzdan, sahte yağlardan, kepeği alınmış unlu yiyeceklerden tamamen uzaklaştım.

Genetiği değiştirilmiş, DNA’sı bozulmuş, ABD’nin kakışladığı tohumlarla üretilmiş buğdaylardan yapılan ekmeklerin şeker kadar zararlı olduğunu da biliyorum. Çavdar, yulaf, kepek, çörekotu, keten tohumu, ayçekirdeği eklenmiş çok tahıllı ekmekleri bulmaya çalışıyorum.

Geçen hafta değişik bir ekmek bulabilir miyim acaba diyerek küçük, iddiasız bir fırına girdim. Çok güzel bir koku hissettim. “Bu ne” dedim. Gariban ekmek ustası “Burada çörek otlu, lahana yapraklı, kepekli köy ekmeği yapıyoruz. Bunun mucidi biziz” dedi. 6 TL verip kocaman bir somun aldım. Ekmeğin lezzeti tıpkı 40 sene önce yediğim ekmekleri andırıyordu. 1 saat sonra koca ekmeği yuttuğumu fark ettim.

Bir çok ilde, farklı aromalarda ekmek tatmıştım. Ancak lahana yaprağını ekmek hamurunun altına koyarak pişiren bir fırını ilk kez görüyordum. Reklam yapıyor derler diye fırının adını vermiyorum. Fırın Devrek ilçesinde.

Ali Özdemir – Eğitimci-Yazar

0505 220 83 85

Ekmek

Çocuklarımız kişisel gelişim bilgilerine vakıf mı?

Allah 8 milyar insanı aşağı – yukarı aynı özelliklerde yaratmıştır. Yani hepimizin en az bir konuda başarılı olabilecek “kapasitemiz/potansiyelimiz” vardır.

Tarih boyunca niteliksiz, yeteneksiz, geri zekalı, vasat olarak nitelenen bir çok insan mükemmel işler çıkarmışlardır.

Lisede müzik dersinden kalan Barış Manço dünyanın tanıdığı bir sanatçı olabilmiştir. Yeteneksiz diye işten atılan Walt Disney’in ürettiği çizgi filmleri sevmeyen yoktur. Edison, Einstein, Robert Bosch, Toyoda, Jack Ma, Bill Gates, Steve Jobs, Goethe, Tolstoy, Mozart vb. gibi bir çok başarılı insan da ilk zamanlar hep küçümsenmiş, dışlanmıştır.

Ortalama 25 bin gün yaşayan insanlar 10 bin saat (yaklaşık 4 yıl) bir işin üzerinde durursa uzman/usta/ehil/profesyonel kişi haline gelebilir. Yani bir meslekte/alanda çok başarılı olabilmek için o konuda 10 bin saat şevkle çalışmak lazımdır.  

Kişisel gelişim ile ilgili yerli-yabancı uzmanlar tarafından yazılmış 100 kadar kitabı okuduğumuzda hepsinin hedefinin insanların yeteneklerini ortaya çıkarma amaçlı olduğunu söyleyebiliriz.

Acar Baltaş, Üstün Dökmen, Doğan Cüceloğlu, Mümin Sekman, Ahmet Şerif İzgören, Nil Gün, Adem Özbay, Cengiz Erengil, Zülfikar Özkan, Ömer Faruk Reca, Çağlayan Babacan, Canten Kaya, Dale Carnegie, Leo Buscaglia, Robin Sharma, Tony Buzan, Joe Navarro, Richard Carlson vb. gibi yazarların eserlerini okuyun, çocuklarınıza okutun. Okumaya üşeniyorum, kara satırlar uykumu getiriyor diyorsanız web üzerinde bulunan videoları da izleyebilirsiniz.

Ortalama 1000 ve üzeri adette nitelikli kitaplar okumuş bir insan iseniz, bir çok kişisel gelişim kitabı size çok fazla bir katkı sağlamayacaktır.

Ya da başka bir deyişle ilkokul, ortaokul, lise ve üniversiteyi çok kaliteli okullarda bitirdiyseniz sizin kişisel gelişim konusunda epey bilgi sahibi olduğunuzu söyleyebiliriz.

1299 yılında kurulan, 600 sene hüküm süren Osmanlı son 200 yılında (1700-1900) eğitim ve bilimde tökezleme, gerileme, çağı algılayamama ile yüzyüze gelmiştir. Bu iki asırda halkın yüzde 95’lik dilimi bilimin nimetlerinden uzak kalmıştır. Bu verilere asılsız diyenlerin, son iki yüzyılda basılmış eser sayısına, buluş adedine bakmaları yeterli olacaktır.

Osmanlı’nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti eğitim, bilim, sanat ve üretimde çok sayıda atılım başlatmıştır. Ancak, 1929 yılında ortaya çıkan Dünya ekonomik krizi, 1938’de başlayan 2. Dünya Savaşı yeni Cumhuriyetin bir çok projesini baltalayıcı etki göstermiştir.

1945 yılından sonra dünya iki blok şeklinde yeni bir sürece girdi. Türkiye Batı blokundan yana tercih kullandı. Haliyle eğitim sistemini de tamamen ABD’li uzmanlar kurgulamaya başladı. Küresel hırsız Amerikanın uzmanları(?) bizi; yarım bilgili, patent peşinde koşmaz, araştırmaz, ezberci, yavan, yüzeysel eğitime hapsetti.

Yetersiz, yarım bilgiyle donatılan kuşaklar montaj sanayiini aşamadı. Katma değeri çok düşük olan markasız tekstil ve ucuz otel konseptli turizm bize dayatıldı.

2020 yılı itibariyle, Almanya (1.4 trilyon dolar), Güney Kore (680 milyar dolar), Hollanda (703 milyar dolar), İsrail (165 milyar dolar) gibi ülkelerden 5-10 kat daha az dışsatım (ihracat) yapan bir ülke durumundayız. Yurtdışına ihraç ettiğimiz malların kilogram fiyatı 1.2 dolar seviyesinde olup, gelişmiş ülkelere göre 2-3 kat daha düşüktür.

Özet olarak, çocuklarınıza kişisel gelişim (NLP, beden dili, motivasyon, iletişim, hitabet, girişimcilik, üretim, kalite, kaizen, 5S) ile ilgili kitapları mutlaka okutunuz derim. Zira okullarımızda bu konularla dersler ne yazık ki yeterli değildir.

Ali Özdemir

Eğitimci – Yazar

http://www.aliozdemir.net

Yazmak

Bütün eylemler yazı ile başlar. Yazı, çağlar boyunca insanlığa eşlik etmiştir. Çizgiler, şekiller, resimler de yazıdır. Fotoğraflar da yazıdır bakmasını bilen için.

Yazıdan uzak duran uluslar tarihte güçlü iz bırakamadan yok olup gitmiştir.

Bir insan yazı ile hemhal oldukça büyür, belirginleşir. Yazmayanlar gölge, silüet gibi bu dünyadan gelip giderler.

Yazmak, yazabilmek için çok okumak gerekir. Profesör bile olabilirsiniz. Okuyan bir kimse değilseniz yazar olamazsınız.

Yazmayanlar iyi hatip de olamazlar. Zira onların söz söyleme yetileri gelişmez.

Harflerle dost olamıyorsanız siz hiç bir şey üretemezsiniz.

Okullar insanlara harfleri, kelimeleri sevdirmedikçe ileri, medeni millet olunamaz.

Ana dilini bilmeyen, öğrenmeyenler başka dilleri de asla öğrenemezler.

Çevrenize bir bakın. Çoğu insan artık 100-200 kelime ile konuşuyor. İmla kurallarını bilen de kalmadı.

Her ilçeye üniversite açtık. Yaldızlı diplomaları düğün davetiyesi gibi dağıttık. Ama kalite öldü.

Doktora yapanlar bile ana dilini konuşup yazamaz oldu.

Plaza dili, vasat dizi aksanı, sosyal medya cikcikleri sahte bir kültür dünyası kurdu.

Bütün dünya günün 24 saati Facebook, Twitter, Instagram, Google arasına sıkıştırıldı.

Bu gidişatın bizi yok oluşa sürüklediğini dile getirenlere de dinozor diyorlar.

Yazıdan, bilimden, kuramdan, harflerden kopanlar yavan bir dünya meydana getirdiler.

Toplumun sadece yüzde 1’i faydalı kitapları okuyor.

Kullandığımız 50 kadar temel eşya Çin, Japonya, Hindistan, Güney Kore, Tayland üretimi.

Yerli malı sebze bile kalmadı. Tohumlar ithal.

Bu gidişe dur demeliyiz. Her hanede günde en az 1-2 saat herkes okuma, yazma yapmalı.

Ali ÖZDEMİR