Bir Kitap…

“Bu kitap tüm yoksulluğa, imkansızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan işinsanlarına kadar, her meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir mücadele verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak biçimde gözler önüne sermektedir.”

Bir günü okumadan geçiriyorsanız zarardasınız. Okumayan insandan hiçbir şey olmaz. 24 saatimiz var. 7-8 saati uykuda geçiyor. 8-10 saati iş-güç için harcıyoruz. Geriye kalan zamanın yarısını okumaya, öğrenmeye, yenilenmeye ayırmamız icap ediyor. Bunu yapmadıkça üretici ülke olamayacağız.

Evlerimizde kullandığımız 50 kadar eşyanın hemen hemen tümü beğenmediğimiz Çinliler’in ürünü. Musluktan bilgisayara kadar Çin bizi esir aldı. Yerli ürün neredeyse hiç kalmadı. Türk Malı diye bildiğimiz bir çok gereç de artık Çin’deki fabrikalarda yapılıyor.

“Kitap okuyunca uykum geliyor” diyenlerdenseniz yazının devamını okumayın. Gerek yok. Siz zaten ölmüşsünüz demektir.

“Her şey bitti. Kurtulma imkanımız yok. Biz öldük. Biz bittik” anlayışına sahipseniz sizinle de bir yere varamayız. Sürekli negatif, karamsar konuları konuşan, bunları tekrar eden insanlardan olmayın. Hiçbir şeyin sonu değildir. Zor diye bir şey yoktur. Az çalışma vardır.

Bazı kitaplar vardır ki on yıllar geçse de değerini yitirmez. Grigory Petrov’un yazmış olduğu “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı kitap da böyledir.

Şu dünyada 25 bin gün kadar yaşıyorsunuz. Abuk subuk filmleri, dizileri, yarışmaları izleyecek zamanı buluyorsunuz. 1-2 saatinizi ayırıp mutlaka bu eseri de okumalısınız. “Benden geçti” diyorsanız çocuklarınıza okutunuz…

“Kitaba para veremem, 10 TL çok para” diyorsanız size eserin linkini sunuyorum. Bunu bilgisayar, tablet ya da telefon ile açıp okuyabilirsiniz.

https://drive.google.com/open?id=10F4ti35IKvC4CD_2zX37HY0nVePmzcua

1920’lerde yazılan kitap Finlandiya’nın perişanlıktan refaha ermesinin serüvenini anlatıyor. Bugün dünyanın en mutlu, en iyi eğitim sistemini kurmuş olan ülkesi Finlandiya’dır. Bu minik ülkede en saygın meslek öğretmenliktir. Burada aklına esen herkes öğretmen olamaz. Eğitimcilerin tümüne yakını tez yazmıştır. Kitap çıkarmıştır.

Sadece kütüphanecilik haftasında 1-2 gün kitaplardan söz ederek bir yere varamıyoruz. “İkra” oku demektir. Kur’an-ı Kerim “İkra” diye başlıyor.

Ali Özdemir – http://www.aliozdemir.net – 10.02.2020

Harfler, kelimeler, cümleler olmadan yaşayamam. Okumak ve yazmak tek hobimdir. Öğrendiklerimi çevremdekilere aktarmak için ara sıra küçük metinler yazıyorum. Bunlar epey başımı ağrıttı. Bazılarını yansıtayım.

1993 yılında Manisa’da yaşıyordum. Bir kurumdaki doğru olmayan mali işlemleri yolsuzluklardan sorumlu Devlet Bakanlığına dilekçe ile bildirmiştim. İldeki bir vali yardımcısı beni makamına çağırdı. Kibarca kulağımı çekti. Baktım olay aleyhime işletilecek. Şikayetimi geri almıştım.

1994 yılında “Niçin sadece garibanların çocukları şehit oluyor minvali üzerinde ilerleyen kısa bir yazı yazmıştım. Bu makale, ulusal çapta yayın yapan bir gazetede yayınlandı. Halkı askerlikten soğutma gerekçesiyle, 24 ay hapis istemli olarak mahkemeye verildim. 2 kez İstanbul Avcılar’da bulunan mahkemeye gittim. Ortam çok gergindi. Sisteme askerler tamamen hakim görünümdeydi. Mahkemeye çeşitli belgeler sundum. Bu belgeleri nasıl elde ettiğimi başka bir yazıda ileteceğim. Beraat ettim. Ama bu süreçte korkudan 6 ay kadar huzur içinde uyuyamadım. Mahalledeki sessiz mizaçlı bakkal bir gün şunu demişti: “Esrarengiz tipli iki kişi iş yerime geldi. Hakkında sorular sordular. Aman dikkat et. Sana bir kötülük yapacak gibiydiler…”

1999 yılında Bolu’nun bir ilçesindeki tavuk kümesleri hakkında bir yazı hazırlamıştım. Yazı yayınlandı. Ortalık karıştı. O zaman her sözü kanun kadar etkili olan, şimdilerde esamisi okunmayan bir şahıs yazıyı yayınlayan yerel gazeteyi ve beni tehdit etmişti. Geri adım atmak zorunda kalmıştım.

2007 yılında FETÖ ajanlarının ayağına bastığım için göstermelik gerekçelerle çalıştığım ilden 1000 km uzağa tayin edildim. O zaman “FETÖ din dışıdır, hırsızdır, CIA kuklasıdır” dediğim için en yakınlarım bile bana saldırırlardı. Aradan 10 yıl geçince “Sen bunların şerefsiz, düzenbaz olduğunu nereden biliyorsun?” dediler…

2017 yılında tonlarca para yuttuğu halde elle tutulur bir başarısı olmayan bir depik kulübünü hafifçe eleştirmiştim. Kulübün başkanı telefon ile bana ulaştı. Görüşmek istediğini iletti. İşyerine gittim. Tatsız, tuzsuz şeyler konuştuk. Geri adım atmadım. Ama epey bir düşman kazandım.

Birkaç gün önce insan bünyesinin tanımadığı, kanseri tetikleyen tatlandırıcılar kullanılarak yapılan helva, reçel türü ürünleri eleştirmiştim. Helva üreten firmanın yetkilisi telefonla bana ulaşarak kibarca tehdit etti.

Uzun lafın kısası, toplumu bilgilendirme amaçlı yazılar yazmak kolay değil. Hemen hakaretler, tehditler başlıyor…

Not: Bu yazıda politik eleştiri yoktur. Siyaset yoktur. Sadece anıları iletme amaçlıdır.

Ali Özdemir – http://www.aliozdemir.net – 09.02.2020

Tehdit…

1983 yılından beridir Türk medyasını (matbuatını), kültür dünyasını yakından takip etmeye çalışıyorum. Bunu övünme olarak anlamayınız. Bu dünyada tek uğraşım (hobim) var. Okumak ve yazmak…

Ülkemizde yayınlanan 20 civarı ulusal çaplı gazetenin önde gelen 40 kadar yazarını on yıllardır takip ederim.

2000’li yıllara kadar internet adlı icat yoktu. Günlük gazeteleri elden geçirmek için düzenli olarak öğretmenevine, halk kütüphanesine, dernek lokallerine ya da kahvehanelere giderdim…

1990 yılının Mayıs ayında İzmir’de temel yedek subaylık eğitimi alıyordum (askerlik). Toplam 210 acemi askerdik. Cebimde sürekli gazete taşıyordum. Molalarda sayfalara bakıyordum. Bir gün yüzbaşı …. Bey mola anında gazete okuduğum için beni azarlamıştı. Sebebini hala analiz edebilmiş değilim. Aslında biliyorum da buraya yazacak cesaretim yok. 

Yine 1990’lı yıllarda Manisa’da çalışıyordum. Oturduğum semtte mafyatik tipli bir adam tarafından işletilmekte olan kirli bir kahvehane vardı. Oraya sk sık uğrar, 10 kadar gazeteyi tek tek okurdum. Bir gün, senet tahsilatçısı tipli yamuk bir zat şunu demişti: “Kardeşim bu kadar çok gazete okumak sana ne fayda sağlıyor?” Ben de laf olsun diye “Bilgi gıdası alıyorum vb.” demiştim. Adam yüzüme alık alık bakmıştı…

2 binli yıllardan sonra web sayesinde her türlü gazete, dergi ve bloglara ulaşmak mümkün oldu. Bilgiye erişim kolaylaşınca sayfalarca zırva da beyinlerimizi istila etmeye başladı.

2020 itibariyle ülkemizde basılı ve sanal medyada kalem oynatan üç bin kadar “köşeci” var. Gözlemlerime göre bu kişilerin yüzde doksan dokuzu bilgisinin, uzmanlığının olmadığı konularda yazılar sunarak insanların beyinlerini çürütüyorlar. İnşaatçı ‘dış politika’, hekim ‘deprem’, marangoz ‘dil’ üzerine makaleler yazabiliyor. Buna dur diyen de yok.

30 yıldır amatörce, bilgi sahibi olduğum (fen, teknoloji, eğitim, kalite, üretim, proje) ile ilgili basit yazılar hazırlayıp, hiçbir maddi beklenti içinde olmadan yayın organlarına iletiyorum. İsteyen / beğenen / kendi meşrebine uygun görenler bunları mecralarında iletiyorlar.

İşte tatsızlık bundan sonra başlıyor. Her yazının altına, “üç cümleyi bile doğru yazmayan” onlarca kişi yazılar döşenmeye başlıyor. Bu satırların çoğu kışkırtma (ajitasyon), hakaret, iftira niteliği taşıyor. Son 20 yılda 3 kişiyi hukuka şikayet ettim. Davacı oldum. Ancak hukuk sistemimiz hiçbir zaman bunları suç olarak görmedi. Çoğunlukla “Kovuşturmaya gerek yoktur” cevabı verildi.

Şuna inanıyorum: Bir insanın elinin kalem tutabilmesi için ortalama 1000 ve üzeri adet kitap okumuş olması gerekiyor. Yılda 80-100 kitap okuyan bir kişi, 10 yılda 1 üniversite bitirmiş kadar ek bir kültüre erişiyor. Uzmanlarının ilettiğine göre 10 yıl boyunca düzenli gazete okuyan insanlar da 1 üniversite bitirmişçesine basamak atlıyormuş.

Okuduğunu idrak edemeyen, imla kurallarını bilmeyen, 200-300 sözcükle konuşan insanların bu topraklardaki sayısının 27 milyon olduğunu da öğrendim. Bu sayı azalmadıkça bizim keçe sudan çıkmayacak… Yazı ile ilgili olan insanların motivasyonunu bozanlar da azalmayacak…

Ali Özdemir

http://www.aliozdemir.net

0505 220 83 85

Herkes her şeyi biliyor!

Tembel, yeteneksiz, idealsiz insanlar başarı peşinde koşanları daima engellemiştir. Bugün çok tanınan, varlıklı, başarılı bir çok insan kolayca zirveye ulaşmış değildir. Hepsinin öyküsü zorluklar içerir. Bazılarını biraz konuşturalım…

Jack Ma: “Üniversitede 3 yıl sınıfta kaldım. 30 iş başvurusunun tümünden red cevabı aldım. Harvard Üniversitesine 10 kez başvurdum. Hep red ettiler. Alibaba.com adlı e-ticaret sitesini açtım. 38 milyar dolarlık servet ile Çin’de 1. sıraya yerleştim.”

Ingvar Kamprad: “6 yaşımdayken kibrit satmaya başladım. 10 yaşımda kapı kapı gezerek yılbaşı süsleri sattım. Basit tasarımlı mobilyalar satan 370 IKEA mağazası açtım. 60 milyar dolarlık servete sahip oldum.”

Leonardo Del Vecchio: “1935 yılında doğdum. Ben doğmadan babam ölmüştü. Annem yoksul olduğu için beni yetimhaneye verdi. Ergenlik yıllarımda bir demir fabrikasında işe girdim. Burada madalya ve rozet üretiminde çalıştım. Geceleri de üniversiteye gittim. Mezuniyet sonrası fabrikada makinist oldum. Burada epey çalıştım. Sonra gözlük üretimi işine başladım. Ray Ban, Oakley, Prada Versace, Armani, Bvlgari, Polo, Chanel, Dolce Gabbana gibi gözlüklerin üretimini yapan Luxottica şirketini yarattım. 25 milyar dolarlık servet yaptım.”

Phil Knight: “Japonya’dan getirilmiş ayakkabıları arabamın bagajında satarak işe başladım. İlk Nike marka ayakkabıyı mutfak tezgahında ürettim.”  

Jan Koum: “Babam Ukrayna’da inşaat işçisiydi. Annemle ABD’ye göç ettik. Validem orada bebek bakıcılığı ve temizlikçilik yaptı. Bilgisayara çok ilgim vardı. Yahoo’da işe başladım. Sonra Whatsapp uygulamasını geliştirip Facebook’a 19 milyar dolara sattım.”

Gabrielle Coco Chanel: “1883’te Fransa’da doğdum. Yetimhanede büyüdüm. Burada terzilik öğrendim. Zenginler için elbiseler tasarladım. Mağazalar açtım. Channel markası lüks kesime ait oldu. 19 milyar dolarlık servete eriştim.”

Ferruccio Lamborghini: “İşe traktör yaparak başladım. Daha sonra dünyanın en hızlı giden otomobillerini yaptım.”

Larry Ellison: “Babam bizi terk etti. Annem ben 9 aylıkken başka bir aileye evlatlık verdi. Zeki olmama rağmen okulda başarı gösteremedim. Yazılımlara ilgim çoktu. Oracle firmasını kurdum. 35 milyar dolarlık servete eriştim.”

Eren Bali: “Malatya’nın dağ köyünde doğdum. Üniversiteyi yarıda bıraktım. Silikon Vadisine gittim. Fikrimi 57 yatırımcı reddetti. Pes etmedim. Şu an milyar dolarlık bir şirketim var.”

Eren Özmen: “Bana hep başarısız gözüyle baktılar. NASA’ya uzay aracı yapımı işinde çalışan, 4000 personeli olan bir şirketim var.”

Bill Gates: “Grafiksel ara yüzü ve faresi olan bir bilgisayar yaptım. Bunun projesini bir firmaya sundum. Patron kağıtları yüzüme fırlattı. Microsoft’u kurdum. 20 yılda dünyanın en büyük 5 firmasından biri ortaya çıktı.”

Jeff Bezos: “Üvey babam tarafından yetiştirildim. 16 yaşıma kadar çobanlık yaptım. Sonra internet işine girdim. Amazon’u kurdum. 113 milyar dolarlık servete eriştim.”

Hamdi Ulukaya: “Erzincan ilinin ücra bir dağ köyünde doğdum. Dil öğrenmek için ABD’ye gittim. Oradaki sahte yoğurtlara hiç alışamadım. 5 yıl içinde ABD’nin yoğurt pazarının yarısını ele geçirdim.”

Amancio Ortega: “İşe terzi çırağı olarak başladım. 68 milyar dolar değeri olan ZARA’yı kurdum.”

Soichiro Honda: “Meslek lisesinden atıldım. Bir tamirhanede işe başladım. Kısa sürede ustabaşı oldum. Toyota’ya iş başvurusu yaptım. Almadılar. Ben de Honda’yı kurdum.”

Walt Disney: “Defalarca başarısız oldum. İşlerden kovuldum. Ama pes etmedim. Çizgi filmlerimi dünyadaki 8 milyar insan izliyor.”

Steve Jobs: “19 yaşındaydım. Dan Kottke ile birlikte kolejden ayrılmaya karar verdim. Okulu yarıda bırakıp Hindistan’a taşındım. Neden mi? Felsefi aydınlanmayı bulmak için. Bu olay, hayatımın önemli bir aşamasını, gelecekteki çalışmalarıma da büyük ölçüde ışık tutup derinden etkileyecek bir şeyi, yani sezginin gücünü öğrendiğim dönemi kapsıyor. İlk yıllarda pek çok insan beni mükemmeliyetçi yaklaşıma sahip bir öngörü adamı olarak tanımlıyordu. Ancak güçlü öngörülerim dahi 30 yaşımdayken kendi şirketimden (Apple) kovulmamı engelleyemedi. Sıfırdan inşa ettiğimiz bir şirketin bana tamamen sırtını dönüp, beni aşağılanmışlık duygusu ve derin bir hüsranla, en önemlisi de işsizlikle baş başa bırakabileceğini hayal edebiliyor musunuz?

Şirketten kovulmamın ardından geçen 11 yılda Apple iflasın eşiğine gelmişti. Microsoft’un yıldızının parladığı günlerdi. Şirket yetkililerinden gelen çağrıyı geri çevirmedim. İşe geri döndüm. Apple’ı yeni teknolojiler söz konusu olduğunda ilk akla gelen şirketlerden biri haline getirdim.”

Albert Einstein: “Tembel olmanız, bir deha olmadığınız ya da asla başarılı olamayacağınız anlamına gelmiyor. İletişim becerilerim dört yaşıma gelinceye kadar gelişmedi. Ailem bir şeylerin ters gittiğini düşünmeye başlamıştı. Öğrenim hayatım da pek parlak sayılmazdı. İlkokuldan kolej yıllarına kadar tüm öğretmenler beni asi, özensiz ve tembel bir öğrenci olarak tanımladılar. Asla başarılı olamayacağını düşünüyorlardı. Ancak, okulda tembellik gibi görünen şey aslında yalnızca can sıkıntısından ibaretti. Hayatım boyunca kitaplarda yazılan gerçekleri ezberlemekle yetinen bir tip olmadım. Aksine, her daim bir şeyleri analiz etmeyi tercih ettim. Örneğin, gökyüzü neden maviydi? Pusula iğnesi neden tek bir yönü işaret ediyordu? Ne yazık ki, bu bilgileri okulda öğrenmenin imkanı yoktu.

11 yaşındayken Max Talmud ile arkadaş oldum. Talmud, beni bilim ve felsefe üzerine çeşitli kitaplarla tanıştıran 21 yaşında bir tıp öğrencisiydi. Bu öğrenme ortamında kendimi geliştirdim.”

J.K. Rowling: “Harry Potter kitabından önce büyük sıkıntılar yaşadım. Devlet yardımı aldım. Boşandıktan sonra bebeğime bakmakta zorlandım. 90 bin kelimeden oluşan ilk kitabım Harry Potter ve Felsefe Taşı’nı bilgisayarım olmadığı için elle yazdım. Onlarca defa reddedildikten sonra kitabı küçük bir yayınevi basmaya karar verdi. Sonra servetim 1 milyar doları aştı.”

Ludwig van Beethoven: “47 yaşımdan sonra işitmemeye başladım. 9. senfoniyi hiç duymadığım halde besteledim.”

Eşref Armağan: “Doğuştan görme engelliyim. Parmaklarımla yaptığım resimleri tüm dünya biliyor. Sadece ülkemde beni pek tanımıyorlar.”

Cemil Meriç: “38 yaşımda göremez oldum. Kör kör binlerce sayfa yazdım. Ama 30 milyon Türk gencinin 30 bini bile beni bilmez, tanımaz, okumaz.”

Roosvelt: “39 yaşımda yürüyemez hale geldim. Rakiplerim beni sakat diye hep küçümsedi ama 3 kez ABD başkanı seçildim.”

Stephen Hawking: “ALS hastasıydım. Sadece gözlerim hareket ediyordu. Astrofizik alanındaki çalışmalarım hala aşılamadı.”

Stephen King: “Uzun bir süre çok yoksul bir hayat sürdüm. Evlenmek için ödünç kıyafet aldım. Eşimle bir karavanda yaşamaya başladım. Yazmaktan asla vazgeçmedim. İlk yayınlanan ve sadece 35 dolar kazandığım hikayem The Glass Floor’dan önce tam olarak 60 red mektubu aldım. Bugün kitaplarım milyonlarca satılıyor.”

Thomas Alva Edison: “İşitme engelliydim. Okul hayatını 12 yaşında noktaladım. Çocukken bana ‘geri zekalı, beceriksiz’ dediler. Ama 2500’den fazla buluş yaptım.”

Aşık Veysel Şatıroğlu: “6 yaşında çiçek hastalığı nedeniyle göremez oldum. Babam oyalanayım diye bana bir saz aldı. Onunla nice türküler söyledim.”

Stevie Wonder: “Görme engelli olmama rağmen müzisyenlikle ilgili 22 defa Grammy ödülü kazandım.”

Harland David Sanders: “6 yaşında babamı kaybettim. 16 yaşımda okul bıraktım. 17 yaşımda 4 işten çıkarılmıştım. Hukuk fakültesine başvurdum. Red edildim. Trenlerde, sigorta işinde, aşçı ve bulaşıkçı olarak çalıştım. Albaylıktan emekli oldum. İlk maaşım olan 105 dolar ile kızarmış tavuk işine girdim. 70 yaşından sonra KFC’yi kurdum. Bugün, dünyanın en büyük 10 yemek firmasından biri oldu.”

Abraham Lincoln: “Başıma gelmeyen bela kalmadı. Ama asla pes etmedim. ABD Başkanı oldum.”

Henry Ford: “Otomobili icat ettim. Fabrika kurup üretime başlayayım dedim. 8 banka beni red etti. ‘At arabaları varken teneke arabaya kim biner’ dediler. 9. banka krediyi verdi. Bugün dünyanın en çok araç üreten şirketi ile karşı karşıyayız.”

Barış Manço: “Lisede müzik dersinden zayıf verdiler bana. Ama yılmadım. Bütün dünyanın tanıdığı bir sanatçı oldum.”

Ali Özdemir

Eğitimci – Yazar

İcat çıkarmak kolay değil

Çocuklarımız kişisel gelişim bilgilerine vakıf mı?

Allah 8 milyar insanı aşağı – yukarı aynı özelliklerde yaratmıştır. Yani hepimizin en az bir konuda başarılı olabilecek “kapasitemiz/potansiyelimiz” vardır.

Tarih boyunca niteliksiz, yeteneksiz, geri zekalı, vasat olarak nitelenen bir çok insan mükemmel işler çıkarmışlardır.

Lisede müzik dersinden kalan Barış Manço dünyanın tanıdığı bir sanatçı olabilmiştir. Yeteneksiz diye işten atılan Walt Disney’in ürettiği çizgi filmleri sevmeyen yoktur. Edison, Einstein, Robert Bosch, Toyoda, Jack Ma, Bill Gates, Steve Jobs, Goethe, Tolstoy, Mozart vb. gibi bir çok başarılı insan da ilk zamanlar hep küçümsenmiş, dışlanmıştır.

Ortalama 25 bin gün yaşayan insanlar 10 bin saat (yaklaşık 4 yıl) bir işin üzerinde durursa uzman/usta/ehil/profesyonel kişi haline gelebilir. Yani bir meslekte/alanda çok başarılı olabilmek için o konuda 10 bin saat şevkle çalışmak lazımdır.  

Kişisel gelişim ile ilgili yerli-yabancı uzmanlar tarafından yazılmış 100 kadar kitabı okuduğumuzda hepsinin hedefinin insanların yeteneklerini ortaya çıkarma amaçlı olduğunu söyleyebiliriz.

Acar Baltaş, Üstün Dökmen, Doğan Cüceloğlu, Mümin Sekman, Ahmet Şerif İzgören, Nil Gün, Adem Özbay, Cengiz Erengil, Zülfikar Özkan, Ömer Faruk Reca, Çağlayan Babacan, Canten Kaya, Dale Carnegie, Leo Buscaglia, Robin Sharma, Tony Buzan, Joe Navarro, Richard Carlson vb. gibi yazarların eserlerini okuyun, çocuklarınıza okutun. Okumaya üşeniyorum, kara satırlar uykumu getiriyor diyorsanız web üzerinde bulunan videoları da izleyebilirsiniz.

Ortalama 1000 ve üzeri adette nitelikli kitaplar okumuş bir insan iseniz, bir çok kişisel gelişim kitabı size çok fazla bir katkı sağlamayacaktır.

Ya da başka bir deyişle ilkokul, ortaokul, lise ve üniversiteyi çok kaliteli okullarda bitirdiyseniz sizin kişisel gelişim konusunda epey bilgi sahibi olduğunuzu söyleyebiliriz.

1299 yılında kurulan, 600 sene hüküm süren Osmanlı son 200 yılında (1700-1900) eğitim ve bilimde tökezleme, gerileme, çağı algılayamama ile yüzyüze gelmiştir. Bu iki asırda halkın yüzde 95’lik dilimi bilimin nimetlerinden uzak kalmıştır. Bu verilere asılsız diyenlerin, son iki yüzyılda basılmış eser sayısına, buluş adedine bakmaları yeterli olacaktır.

Osmanlı’nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti eğitim, bilim, sanat ve üretimde çok sayıda atılım başlatmıştır. Ancak, 1929 yılında ortaya çıkan Dünya ekonomik krizi, 1938’de başlayan 2. Dünya Savaşı yeni Cumhuriyetin bir çok projesini baltalayıcı etki göstermiştir.

1945 yılından sonra dünya iki blok şeklinde yeni bir sürece girdi. Türkiye Batı blokundan yana tercih kullandı. Haliyle eğitim sistemini de tamamen ABD’li uzmanlar kurgulamaya başladı. Küresel hırsız Amerikanın uzmanları(?) bizi; yarım bilgili, patent peşinde koşmaz, araştırmaz, ezberci, yavan, yüzeysel eğitime hapsetti.

Yetersiz, yarım bilgiyle donatılan kuşaklar montaj sanayiini aşamadı. Katma değeri çok düşük olan markasız tekstil ve ucuz otel konseptli turizm bize dayatıldı.

2020 yılı itibariyle, Almanya (1.4 trilyon dolar), Güney Kore (680 milyar dolar), Hollanda (703 milyar dolar), İsrail (165 milyar dolar) gibi ülkelerden 5-10 kat daha az dışsatım (ihracat) yapan bir ülke durumundayız. Yurtdışına ihraç ettiğimiz malların kilogram fiyatı 1.2 dolar seviyesinde olup, gelişmiş ülkelere göre 2-3 kat daha düşüktür.

Özet olarak, çocuklarınıza kişisel gelişim (NLP, beden dili, motivasyon, iletişim, hitabet, girişimcilik, üretim, kalite, kaizen, 5S) ile ilgili kitapları mutlaka okutunuz derim. Zira okullarımızda bu konularla dersler ne yazık ki yeterli değildir.

Ali Özdemir

Eğitimci – Yazar

http://www.aliozdemir.net