
Ne de çok gidiyoruz biz !
Evden işe, işten eve,
akın akın şehirlere,
yorgun yorgun köylere,
ülkeden ülkelere,
bir ilişkiden diğerine
bir mutsuzluktan benzerine gidip duruyoruz nefes nefese.
Hayattan gitmeleri çıkarsak geriye kaç kalır?
Geceden gündüze,
bugünden geleceğe,
aşktan evliliğe,
yeni yeni sevmelere,
biraz sevip, çokça ölmelere,
yollara, buluşmalara,
her dilin ayrı notadan coştuğu gürültülü karışmalara,
pek bir ciddi toplantılara,
pek bir trend kafelere, restoranlara,
tiyatrolara, sinemalara, okullara,
tatillere, pikniklere, sanat evlerine, spor salonlarına gitmesek?
Olmaz!
Olmuyor.
Odadan odaya,
sandalyeden masaya,
kanaldan kanala,
Instagram’dan Facebook’a,
yataktan buzdolabına,
kaldırımdan yola, yoldan yine kaldırıma giderek yaşanmıyor hayat.
Bir şeyler yaşanıyor haliyle; lakin ne olduğu henüz bilinmiyor.
Ne oluyor da, gidince yaşanır oluyor hayat?
Ne oluyor da, kalmaktan daha serin, daha muteber bir hal doluyor göğsümüze?
Bildiğim bir şey yok; ancak sezdiğim şeyler var desem?
“Gitmek” geniş cüsseli bir eylem.
Öyle tek bir bakışla görülemeyecek kadar enli boylu.
Başka bir iş için,
başka bir ev için,
başka bir muhit, şehir, ülke, yaşam biçimi,
başka bir insan için…
Başardığım için,
başaramadığım için,
kızdığım, küstüğüm, bıktığım,
hayal bozumu yaşadığım,
uzaklaşmak istediğim, körleştiğim ve sağırlaştığım için,
katlar çıkmak için,
tepeler, doruklar görmek için giderken
aslında tek bir şeyin peşinde olduğumu hissediyorum.
Tahmin ettin mi?
Evet, ümidin.
Yeni pencerelerde, sokaklarda, tabelalarda, masalarda bekleyen;
henüz ayak değmemiş bir pistte başlayacak tertemiz yarışlarda,
henüz hiç kızılmamş, küsülmemiş, bıkılmamış odalarda,
yeni tanışılacak yüzlerde, işitilecek seslerde,
meraklı bakışlarda bekleyen ümidin ardına takılıyor iradem.
İyi huylu dahi olsa değişmeyen bir tekrar ile geçen günler, aylar ve yıllar giderek semiren dikenler büyütüyor geçtiğim koridorlarda. Oturduğum koltuklar, baş koyduğum yastıklar, baktığım duvarlar, duyduğum sesler ruhuma dert oluyor. ‘Yeni’nin taze kokusu, keşfedilmemiş potansiyeli çeliyor aklımı. İşte o vakit bir ‘gitmek’ geliyor ki, “dur” diyebilene aşk olsun.
Zordan kolaya,
çoktan aza,
buradan oraya,
gerçekten kurguya,
dardan feraha doğru başlıyor bir yolculuk sonra.
Kararı kendi kalbinden çıkmışsa, “gitmek” en büyük özgürlüğü değil midir insanın?
O özgürlük ki,
kendimi evden, işten, katı gerçekten,
rekabetten, gürültüden, tek düzelikten,
sıkışmadan, dayatmalardan,
ebe seçilip durduğum bir oyundan çıkarmak istediğimde yanımda belirip
“Hadi!” diyor; “Tut elimi.”
‘Şimdiler’ bir garip lakin.
Şimdilerde, gitmek büyük olay.
Şimdi en çok ‘kalmalar’ mühim.
işte kalmalar, evde kalmalar, akılda kalmalar,
çevrimiçi, aktif, yalnız ama yine de mutlu kalmalar;
pek tabi en mühimi, sıhhatte kalmalar.
Birbirimize değmeden, diz dize gelip gülmeden, el ele verip halay çekmeden nasıl hayatta kalacağımızın deneyi yapılıyor dışarıda. “Gitmeyin,” deniliyor; “kalmaya devam edin.”
Tüm bunlar olup biterken, gezegen bizi hapsedeli neredeyse 1 yıl oluyor.
Otura otura, dura dura dönüşüyoruz.
Bizi ‘kalmaya’ zorlayan görünmez bir organizmayla eş zamanlı olarak mutasyona uğruyoruz.
Eskiye ait küçük düşler görüyor;
içinde, “inşallah önümüzdeki sene” gibi şeyler geçen umutvar cümleler kuruyoruz.
Dalıp gidiyoruz, zamanlı zamansız.
İçimizden sessiz; lakin tıka basa yüklü trenler geçiyor, uzun uzun ardlarından bakıyoruz.
Avluya çıkış saatlerinde göğe bakma duraklarına koşuyoruz. Soğukmuş, yağmurmuş demeden atıyoruz gövdelerimizi dekor diye bıraktığımız mavinin, yeşilin kucağına. Kısacık bir anlığına da olsa maskeleri sıyırıp kokluyoruz rüzgarı. “Ne güzel!” diyoruz milyar yıllık göğe bakıp . Daha çok ‘gitme’li hayaller kuruyoruz; üstümüzde kanat kanat bir coşku uzanırken.
Sonra, gün ortası zamanlardan birinde soğan doğruyoruz tezgahta. Soğanın acısına sığınıp sıkıntıyı da döküyorken gözden, mutfak camına bir kumru uğruyor. Manzarayı mühürlemek ya da henüz başlanmamış bir yazının sonunu getirmek için ‘di’li geçmiş zamandan bir şarkı çıkıp geliyor, derinlere dalıyoruz.
“Uçmasam da göklere
Bir kuş olsam pencerede
Perdeyi kapatsan da
Ben seninle
Bir ses buldum isminde
Bin renk buldum yüzünde
Bu bir zaman denizi
Biz nereye?”
Hayattan gitmeleri çıkarırsak,
geriye habis bir hapislik kalıyor; gün be gün daha iyi anlıyoruz.
Köklenmek, sahip olmak..
Toz olmak, rüzgarda salınmak..
Sisteme uymak ya da sistemin dışına çıkmak..
Hepsi zihnimizde..
Sorulmadan pek bir şey demem ama..
İnsan o kadar çok gidiyor ki..
Kaldırımdan caddeye ancak diyelim..
Duraklamak düşünmek içindir..
Korkularımızdan sıyrılalım..
Ama düşünmek zihin işi değildir..
Bir senedir meditasyon yapıyorduk..
Hareket vakti artık yaklaşıyor..
Umarım tüm kayıtları silmişsindir..
Hayal ettiğin yere gidiyorsun aphereka 🙂
BeğenLiked by 2 people
Akleden kalp işidir düşünmek:) nereye dönersek yüzümüzü oraya gidiyoruz. Hadi bakalım bahçıvan:)
BeğenLiked by 1 kişi
💎
BeğenLiked by 1 kişi