Kalp Çağrısı

Bir kasaba düşünün ki harcında iyilik, yardımseverlik, vefa, dayanışma olsun.
Kıyıda köşede bir yerde, kaostan uzak, ‘iyi’ den yana saf tutmuş, zayıfa destek, bozuk niyetliye karşı tek yürek, tek yumruk olsun.

Bir kasaba düşünün ki öğretmeni, polisi, esnafı, işçisi birlikten kuvvet doğursun, tek bir insanı için gecesini gündüzüne katıp olanaksızı mümkün kılsın. Kötünün içindeki iyiyi görüp doğru yola nezaketle davet etsin, “Neden peki?” diyene “Çünkü o bizden biri.” desin.

Düşünemiyor musunuz?
Hayali bile mi zor?
Böyle bir yer yalnızca filmlerde mi olur?
Haklısınız ! Ben de bir televizyon dizisinden söz ediyorum zaten.
Orijinal adıyla When Calls The Heart… İzlerken tebessüm şımarığına dönüştüğüm diziden…

Dünyanın hiçbir yerinde ve zamanında böyle bir kasaba olmadığı bilgisine ve gelecekte bir gün de olmayacağı öngörüsüne rağmen, aklımı serin, duygumu ışıklı yerlere çağırıyor diye izleyip karşısında saatlerce otursam da yorulmadığım bir yapım Kalp Çağrısı.

Birbirini uzun zamandır tanıyan bu kıyı kasabası sakinleri o hep özlediğimiz, yok olup gitti diye hayıflandığımız insan ilişkilerini ve değerlerini hayatın asıl ve asil parçası haline getirmeyi başarıyorlar. Ve bir nedenle yolu kasabaya düşen yabancılar gördükleri bu dünya karşısında büyülenip oranın bir parçası olmaya karar veriyorlar.

Aşktaki naifliği, komşuluktaki duyarlılığı, heyecandaki birlikteliği seyrederken ekranın içinden Umut Vadisi’ne düşüp yirminci yüzyılın başındaki bir  zamanları yaşayan bu medeniyetten uzak (!) yerleşkenin parçası olmak, Elizabeth’le okul yolunda yürümek, Abigale’in kafesinde turta yemek, Rosemary ie bol kahkahalı sohbetler etmek istiyorum.

Kasaba halkının, halka düşünce önderliği edenlerin iyi ve etik olanı parlatmak, sorunlar karşısında insan merkezli davranmak için yaptığı fedakarlıklar zaman zaman duygu aşımlarına neden oluyor. İşte o vakitler, elleriyle yaptıkları evlere, at arabalarına, yılbaşı ağaçlarına dokunmak istiyorum .

Bir sihir varsa eğer bunun “biz” duygusundan geldiğini ve bir gaz bulutu gibi dağılıp herkesi etkilediğini gördükçe, yalnızca kendime duyurduğum ‘keşke’li ahlar bırakıyorum nefes alıp verdiğim odalara. Geçmişteki yanlışları, kabulü zor hataları yine geçmişe teslim edip bir insanın tek gerçek potansiyeli olan ‘bugün’ için hala bir umut olduğuna inanmanın değerini daha iyi kavrıyorum.

Ortak acılardan büyüttükleri küçük hikayeleri ile hepimizin hayatındakilere benzer mücadeleler veren bu sıradan insanların birbirlerinden aldıkları dersler ilham verici. Her bölümünde tehditler, entrikalar, silahlar, cıvık cıvık ilişkilerden mütevellit kıyametler dolusu televizyon yapımına karşı böylesi bir senaryo anlayışı ile karşılaşmak “dizi” formatıyla tekrar yakınlaşmamı sağlıyor.

Elizabeth’e bakıp asla onun gibi bir öğretmen olamayacağımı, Jack’e bakıp asla onun kadar ilkeli bir asayiş adamı göremeyeceğimi, Abigale’e bakıp asla onun kadar güçlü ve anlayışlı olamayacağımı düşünürken kendimi biraz acıtsam da, “ne kadar yaklaşabilirsen o kadar insansın” deyip durumu toparlamaya çalışıyorum.

Ben yalnızca “izleyin” demenin uzun yolunu seçtim.
Dahası için yazmaya gerek var mı?
Biraz merak, biraz özlem yetip de artmaz mı?

DC
Haziran 2020

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s