Eskiden Sarıydı, Şimdi Siyah!

Size de oluyordur muhakkak; bir an geliyor, bazı şeylerin sessiz sedasız hayatımızdan çoktan çıkıp gittiğini fark ediyorsunuz. Şaşırıyorsunuz, bazen tatlı, bazen acı bir tebessümle anıyorsunuz. Bu; yok olan bir meslek de olabilir, artık insanlar tarafından kullanılmayan bir eşya, belki de mahallenizin bir köşesinde her gün tabure üstünde gelip geçeni izleyen ama artık olmadığını fark ettiğiniz ihtiyar bir kadın da olabilir.

Geçtiğimiz Ağustos ayıydı… Arabamla yaptığım yaklaşık beş saatlik uzun bir yolculuğun sonuydu. Arabamdan inip çevresini kontrol ediyordum ki bir şey dikkatimi çekti; ne ön camında, ne ön kaputunda, ne de radyatörünün üzerinde sinek, arı vb. canlıların ölmüş bedenlerinden eser yoktu. Çok değil, günümüzden yaklaşık on, on beş yıl önce böyle bir yolculuk yapıldığında araçların önü bu tür canlıların yapışıp kalmış bedenlerinden geçilmezdi. Temizlemesi zor olur, sadece suyla mümkün değil temizlenmezdi.

Bu, bir anda olmuş olamazdı, muhtemelen zamanla azalarak devam etmişti de ben fark edememiştim. Peki, ne olmuştu da bu minik kanatlılar kaybolmuştu?

Düşündükçe, zihnim bir zaman makinesi vazifesi görüyor, beni anıdan anıya sürüklüyordu. Çocukluğuma gidiverdim bir anda… Annemler pekmez yapma telaşındalar, anneannem ise eline aldığı havluyla, bir ordu gibi üzüm suyuna hücum eden arıları kovalama telaşındaydı. Sonra bir anda günümüze döndüm ve annemlerin bu yaz yaptıkları pekmez telaşı canlandı zihnimde, ihtiyarlaşan annem ve babam dışında tüm düzenek aynıydı, sadece iki eksik vardı; anneannem ve onun kovaladığı arılar. Babamın sesi çınladı kulaklarımda: “Eskiden üzümün yarısını arılar yerdi. Şimdi yoklar!”

Oradan ayrılıp yine çocukluğuma döndüm. Köy meydanındaki çeşme başında Nazmi Amca oturuyor, eline aldığı bir değnekle su birikintisine su içmeye gelen özellikle eşek arılarını bir bir öldürüyordu. Öldürdüğü eşek arılarını önünde sıraya koyup ip gibi diziyordu. Yanına yaklaşan on, on iki yaşlarında bir çocuk ise kendi aklının yettiğince, olanca sesiyle Nazmi Amca’ya bağırıyordu: “Neden öldürüyon ya o arıları, bitireceksin?” Çocuğun serzenişi zoruna giden Nazmi Amca ise sıktığı yumruğu ve dişleriyle küçük çocuğa haykırıyordu: “Öte git kerhaneci! Öldürmeynen arı mı tükenir?” Sonra yine bu yaza döndüm ve aynı çeşme başında oturduğum anlar aklıma geldi, su birikintisi olduğu gibi duruyordu, ama su içmeye gelen hiç eşek arısı yoktu!

Derken, zihnim ardı ardına yeni düşünceleri getiriyordu aklıma, artık annemin bahçeye hazırladığı sabah kahvaltılarına eskisi gibi hiç bal arısı gelmediğini fark ettim, yine evimizin çatı saçaklarına eskiden yuva yapan sarıca arıların artık bir tane bile yuva yapmadıklarını fark ettim.

Şüphesiz ki dünya, uzun zamandır büyük bir değişimin içinde, belki bir sona yaklaşıyor, belki de yeni bir başlangıca… Bilemiyorum.

Einstein’ın sözü çınlıyor kulaklarımda: “Bal arıları ölürse, insanlar da ölür.” Bu sözü muhtemelen, bal arılarının bitki döllenmelerinde büyük pay sahibi olmasından dolayı söylemiştir. Bal arılarının yokluğunun uzun vadede bitki florasının çökmesine neden olacağı gerçeği.

İşte… Bir an geliyor, bazı şeylerin sessiz sedasız hayatımızdan çoktan çıkıp gittiğini fark ediyorsunuz. Ben de yaptığım bir yolculuk sonrası kanatlı dostlarımızın yokluğunu fark ettim.

Nereye gittiler, neden yok oluyorlar? Diye sormayacağım.

Annem bu yaz sordu bana bu soruyu. Ben de cevap verdim;

“Çünkü, insandan başka her şey azalıyor anne!”

Saygıyla…

Özkan SARI

Eskiden Sarıydı, Şimdi Siyah!’ için 12 yanıt

  1. Sahiden ! Ne oldu o sineklere, böceklere? Konacak çiçek kalmayınca bağa bostana mı gittiler?
    Sanıyorum ki adım adım gelecek kıyamet. Öyle birden bire değil. Belki son bir nokta koyacak gezegen. Ama uzun, upuzun bir cümle bu, noktasına harf harf yaklaşan. Vahlanmaktan geçti benim aklım. Hiçbir şey olmayacak dünyaya. Bizi silkeleyip attıktan sonra yeni bir yaşam çoğaltacak karnından. Zavallı insan! İnsan …çok…zavallı !

    Liked by 1 kişi

  2. Kendi ajandama yazdığım kısa denemelerimi saymazsak eğer, ilk ciddi yazma girişimlerim yerel bir gazetenin “güncel” köşesinde toplumsal sorunlarla ilgili makalelerle başladı. Bir müddet sonra bu beni öylesine boğdu ki; eğer ben yazmaya devam edeceksem kesinlikle bu yolda olmamalı dedim kendime. Müsaade isteyip ayrıldım o köşeden. Sonra daha edebi konulara yöneldim. Kısa şiirler, beyitler, öyküler vb. Kurgu üzerine yazdıklarımın içinde nefes aldım. Bazen bir hayale aşık oldum, bazen bir hayalin bana aşık olduğunu varsaydım. Bu beni başka bir boyuta taşıyor, sanki ruhum orada yaşıyordu. Zaman yerinde durmadı tabi, günler, aylar, yıllar… Sonra o hikayelerim sürreal çizgisinden sapmaya başladı, öykü de olsa daha dünyevi ve gerçek konulara doğru yol aldı. İlk başlarda bu beni rahatsız etti, istemedim. Ama karşı da koyamadım. Düzen öylesine çirkindi ki bir yol bulup mürekkebime karışıyordu. Kısacası, yazmak istemiyorum aslında böyle konular üstüne… Ama yazmazsam da birşeylerin eksik kaldığını hissediyorum içimde. Ne bileyim… Öyle işte! Teşekkürler…

    Liked by 1 kişi

  3. Çok güzel olmuş. Son zamanlarda artarak yaşadığımız ekolojik sorunlara, yangınlara, sellere, doğal hayatın gün be gün verdiği yok oluyorum çığlıklarına küçük gibi görünen ama çok önemli bir detayla böyle anlamlı ve güzel dikkat çekilebilirdi. Tebrikler👏👌

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s