
Birinden ilk anda tiksinmenize ya da birine ilk anda çekilmenize neden olan az şey vardır.
Karizmatik, yakışıklı ya da güzel…
Saçı, dudakları, gülümsemesi, kahveyi içerken elini fincana götürmesi, yürümesi, giydikleri, sürdükleri…
Bunlardan yalnızca biri ya da hepsi, birine doğru çekilmenize ya da ondan uzak durmanıza neden olabilir. Fakat durum ne kadar zorlayıcı olursa olsun tiksindirici olmak için yeterli değildir.
Ses örneğin…
Birinin sesi, yüzünü önemsemeyeceğiniz kadar önceliği ele geçirebilir ya da mesafe
aldırabilir; ancak tiksinti, sesle ilişkisi olamayacak kadar güçlü bir geri çekiliştir .
Ya koku ?
Güzelinin ardından rüzgarda savrulan tüy gibi uçup gitmek isterken, çirkininden uzak kalmaya çalışan ekşi suratlarınız zamanın göreceliğine küfürler edebilir.
Az sonra içeceğiniz kahvenin, yiyeceğiniz tatlının tadına sirke sıkar kötü koku.
Ve eğer
son dakikada konforu eksi beşe düşürülmüş bir otobüsün cam kenarı
koltuklarından birine sıkışmışsanız durum daha da zorlu bir hal alabilir. Tam
da o anda, o kıstırılmışlığın çaresizliği içinde nöronlarınız dahiyene köprüler
kurar. Çantadan, yüzyılın en işlevsel buluşlarından biri olan ıslak mendil
çıkar, açılır, ıslaklığı geçmeye yakın, filtre niyetine her iki burun deliğine
özenle tıkanır. Nasıl göründüğünüzün, ne kokladığınızdan daha az önemi olduğu
anestezik bir andır bu. Saniyede bir
nefes alıp veren ve çoğu ağzı açık uyuyan yaklaşık elli küsür insanın, otuz beş
metrekarede kaderlerinin birbirine bağlandığı bir çeşit hapis zamandır.
Koku…
Güzele çağıran, kötüden uzak tutan, tutkuyla ve kederle, heyecan ve özlemle kilitlenebilen bir duyu…
Bir insanla, bir odayla, bir şarkıyla çıkagelen,
takvimlerden haber yokken 10 yıl 5
ay 21 gün önceki bir koordinata nokta
dönüşler yaratan mucizevi bir kodlama yolu…
Uzak durduğumuz ve yakın bulduğumuz düne ait her şeyi
geleceğe ekleyen…
Zihnimizin ışıksız odacıklarında üst üste istiflenmiş binlerce kaset gibi bekleyen…
Aşka çağıran, tehlikeden koruyan, özlediklerimizi hatırlatan, ruhumuzu mengeneye alan an parçacıklarına yaptığımız küçük ziyaretlerin tartışılmaz yönetmeni.
Sıradan yürüyüşleri, kapılardan geçişleri, yeni boşalmış odalara girişleri çarpıntılı anlara dönüştüren bir “acaba?” perisi.
Koku …
Bize, iyi ya da kötü hissetmemiz gerektiğini en kesif şekilde söyleyen, havada çözülmüş kimya bulutu.
Anne kurabiyesinin, ömrün her deminde havaya aynı huzuru saçtığını hissettiren bir
zaman afyonu.
Koku…
Şimdiki zamanda eziyetim, belki gün doğduğunda açıklanamayan sevincim…
Bugün “kahretsin !”, yarın “iyi ki” dolu hayat kesitim…
Son dakikada konforu eksi beşe düşürülmüş bir otobüsün cam kenarı koltuklarından birinde sıkışmış dizlerim, oturağından rahatsız belim, düşmeye ramak kalan gözlerim…
Üç noktalı, yüklemi eksik cümlelerim…
Burnumda anı kurtaran ıslak mendil,
başımı devirmek üzere olduğum yastık tek ümidim.
Gecede bir yol,
yolda yolcular,
yolcularda ekşi, baharatlı, nikotinli, terli kokular,
gözümde deli uykular…
Derya CESUR
Yolda
Ekim 2019
İtme ve çekme duygusu göreceli. Samimiyetsizlik ve yapay olan her şey itici bende.
Ve Bi sürü şey. Adamlar kadınlar VS vs🙂🤭🤣
BeğenLiked by 1 kişi
Elbette. Farklı değil bende de. Ama bu yazının öznesi kokuydu. Ondan nasiplenen bir anlatım. Dediğin bende de aynı işler . Nerede samimiyetsizlik, orada bir kopuş…
BeğenBeğen
Hikayenin sonuç bölümünü bilmesem de giriş ve gelişme bölümlerini bildiğimden daha bir içinde yaşadım yazının.
İlginç bir konu koku. 2006 yapımı “Koku: Bir katilin hikayesi” filminde şöyle bir replik geçer: “Kokuların öyle bir inandırıcılığı vardır ki, sözden, gözle görmekten, duygudan, iradeden daha güçlüdür. Savılıp atılamaz bu inandırıcılık, soluduğumuz havanın ciğerlerimize işleyişi gibi, o da içimize işler, doldurur bizi, hepten ele geçirir, çaresi yoktur.”
Koku dışında başka hiçbir şeyin, insanı bir canlı ya da cansız varlığa daha hızlı çeken ve iten başka bir şeyin olmadığına inananlardanım. Eğer sadece görüntü bize yetseydi, bir önceki yazınızda belirttiğiniz gibi o göz alıcı meyveleri zevkle yerdik ya da uzun bir otobüs yolculuğunu zevkle yapardık.
Bir de “feromon” konusu var ki oraya hiç girmeyeceğim. İnsan; daha güzel kokmak adına onu da mahvetti.
Yine “Koku” filminden bir replikle bitireyim: “Grenouille’un iç evreninde hiç mi hiç nesne yoktu, ancak nesnelerin kokuları vardı.”
Teşekkürler…
BeğenLiked by 1 kişi
Ben teşekkür ederim bu güzel katkılara. Filmi çok uzun zaman önce izlemiştim. Ancak yeniden izlemem gerekiyor; çünkü ben üç beş yılda bir hafızası resetlenen biriyim 🙂 ikinci tekilde ısrarcıyım. O yüzden, varolasın! 🙂
BeğenLiked by 2 people