
Hatırlarım,
Annemle geniş geniş gezerdik semt pazarlarını. En taze ve en makul fiyatlı meyve sebzelerin izini sürerdik. Her durup kalkma sonrası, ardımda taşıdığım çekçekin yükü biraz daha artardı. Çekçek, pazar arabasının, çocuklar için hayatı basitleştirme sözlüğündeki karşılığı…
Hele mevsim yazsa, koca koca tarla domatesleri için iki-üç
sefer yapardık eve.
Barbunyalar, kapyalar, domatesler dağılırdı mutfağın bütün boşluklarına.
Belki günlerce sürerdi kışlık konservelerin hazırlığı
ve o anlarda,
kırmızı kokular sarardı bütün odaları.
Ben meyve tezgahlarını severdim. Kirazları, balla yarışır
kayısıları, olgun şeftalileri…
Hele çilek kasalarının önünden geçerken, “Keşke!” derdim. “Keşke her şey çilek
koksa ! Yastık, yorgan, sabah akşam
yüzümü kuruladığım havlu mesela…”
Annem iyi ürün seçerdi. Satıcılarla konuşur, alacağı her ne ise seceresini öğrenir, fiyatları mukayese ederdi. Bunları yaparken eli de boş durmaz, meyvenin sağına soluna iyice bakıp ezik çürük var mı diye kontrol eder, torbaya öyle yerleştirirdi. Ben de atardım torbaya birer ikişer. En az onun kadar iyi bakardım ki, evde azar işitmeyeyim.
Hatırlıyorum,
yüzey alanlarına evire çevire bakar, gözümden kaçtıysa diye ellerimi de yoklamaya katar ve kahverengi bir noktaya rastlarsam onu derhal geri koyardım. Çünkü kimsenin, daha iyisi varken, kurtlu elmaları seçmeyeceğini öğrendiğim yaştaydım.
Çokça zaman aktı o tezgahların önünden.
Binlerceye varan günler geçti kırmızı kokuların üstünden.
Şimdilerde, kollarımızdan ziyade ceplerimizi ağrıtır oldu sebze meyveler.
Cepler ağrıyınca yarılandı, çeyreklendi kışlık konserveler.
Ama elmalar…
Onları seçmeye gerek yok artık.
Çünkü hepsi al al, hepsi tek bir yeşil.
Hepsi, hiç çürümeyen plastik taklitleri gibi dipdiriler;
neredeyse bir boy, neredeyse kusursuz…
Şimdilerde, pazarcılar meyvelerini kolay kolay elletmiyor kimselere. Öyle rica minnet “Çürüğünden koyma.” diyorsun ezile büzüle.
“Bunda çürük olmaz abla.” diyor gençten bir çocuk böbürlenek.
– Olmuyor gerçekten; ama kokmuyor da.
– Bir şey mi dedin abla?
– “Hiç kurt çıkmıyor şimdiki elmalardan” dedim.
– Yok abla, o eskidendi.
Öyleydi değil mi !…
Her şeyi aptalca bir makyajla sahteleştirdik.
Meyveler, beş ayrı filtreyle pürüzsüzleşip, ışık oyunlarıyla güzelleşen yüzler gibiler; gösterişli ve tatsız…
Bir meyve olsaydım, elma olurdum ben;
fakat eğri büğrü, kahverengi çillisinden.
Bir kurtçuğun, lezzetli bir yanağı afiyetle gövdeye indirdiğinden.
Çünkü mükemmellik pahalı.
Çünkü mükemmellik aldatıcı.
Çünkü mükemmellik bitmeyen bir yorgunluk.
İnsan ki,
insanlık tarihinde, kendini en çok ortaya döktüğü zamanında.
Önceleri yalnızca bazılarına nasip olan görünürlük ayrıcalığı, artık öyle ya da böyle herkese nasip olmakta. Lakin nasip olan, olduğunu parça parça azaltmakta.
Diyelim ki çillerimiz…
Onlar ki, bizim en temiz lekemiz,
ten rengi, kokulu pudraların altında nefessiz.
Üstümüzde her gün değişen, ardışık görünmez elbiselerimiz…
Az önce ağlarken, gün batımı selfilerini retro kadrajlara sığdıran uçarı keyiflerimiz…
Yaşadığımız en kılçıklı anlarda bile, çoktandır teslim olduğumuz bir kusursuzluk motivasyonu tarafından ezilip duruyoruz. İyi görünmezsek, oyundan atılacağımız hissiyle üç beden büyük sevinçler giyiniyoruz. İşin tuhafı, bu eğreti esvabı beğeniyor, pudranın altındaki gerçeğe yabancılaşıyoruz.
Ben uğramayalı epey zaman oldu ama annem hala gezer semt pazarlarını. Tek kişilik mutfağında, hazneleri dolması gereken derin dondurucuları için her hafta çeker kollarını uzatan o arabayı.
Her şeyin her mevsim bulunduğu, “tufanda” sözcüğünün nostaljik sözcükler duvarına asıldığı günümüzde “Tadı yok ki hiç kış domateslerinin!” diye onlarca kavanoz fokurduyor hala bazı evlerde.
Çocukların, hangi mevsimin meyvesi olduğunu bir türlü anlayamadıkları elmalar dört mevsim kanlı canlı duruyor tezgahlarda. Dışı al al, içi soğuk hava depolarının nahoş aromasını almış elmalar…
Oysa organik olan çilli, eğri büğrü, yaralı elmalardır.
Organik; yani, doğası nasılsa öyle…
İddiasız ama lezzetli, cazibesiz ama canımla dost…
Olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan elmalar yani. Hiç vitrinlere konmayan, natürmortları yapılmayan, şık restoranların afilli tabaklarıyla servise çıkmayan, gözünüzü kapatmanızı ve bir elma düşünmenizi istesek hayalinizdeki imge bile olamayan elmalar…
Kurtlu elmayım ben, biliyorum.
Bunca doladıysam dile, anlayın ki kendime yol açıyorum.
Arızalarını kabullenmiş, içindeki başıbozukla el sıkışmış biriyim ben.
Kurdundan kurtulmak için uğraşmayı bırakalı
belki daha az makul,
fakat
daha çok ‘kendi’ kalanım ben.
Derya CESUR
Yolda…
Ekim 2019
O çilek kokusu
Elma
Ve
Pazar..
Annem diyorum elimi severdi
Bense bir elma kurtcuğunda ne aradığını bilen bir yol
Bugün pazardı
Ben beyaz
Elmalar yeşil
Annem karanfilli bir ev kokusu.
BeğenLiked by 1 kişi
Nasıl da güzel olmuş, duyguna sağlık 🌷🌷
BeğenLiked by 1 kişi
Meyve kurtlu olsun da sen seçme.. Ne güzel yazıyorsun ya.. Annemi özledim.. 🙂
BeğenLiked by 2 people
Bizim ağaçların olayı bu. Sana mı anlatayım 🙂 Anneye selam buralardan.. 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
As.. Bir gün elma alıyorum.. Pazarcıya 3 tane dedim.. Biri sana biri gönlüne biri de paran için abi dedi..
BeğenLiked by 1 kişi
Üç elma düşmüş hissene pazardan, biraz zorlasan masal filizlenir buradan 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Pazarcı var pazarcı var anlamında şey ettim ben 🙂 kaldı mı be kokulu elma..
BeğenLiked by 1 kişi
Vakit bu vakit olunca ben ben tasarruf moduna geçiyorum tabi. 😴Kusura bakma. Yok! Hatırasıyla yetiniyoruz biz, sonrakiler ise bilmediklerini aramayacaklar zaten…
BeğenLiked by 2 people
Hepimiz az çok bir yerlerindeyiz bu kıyımın. Öyle bir zamandayız ki herhangi bir olayın doğrudan içerisinde olmayınca hiç sorumluluğumuz olmadığını sanıyoruz. Aksine bu dünyada insan tarafından kirletilen, bozulan, değiştirilen artık adına her ne dersek, hepsinde parmağımız var. Bazen talep eden olarak, bazen arz eden. Herkes çizgi filmlerde izlediğimiz tek gözlü kocaman devler gibi bir yaratığın(kutsal kitaplarda bahsedilen deccal) yeryüzüne gelip insanlığı yok etmeye başlamasını bekliyor. Belki de deccal çoktan indi yeryüzüne ve deccal tabaklarımızda!
Keşke bu güzel yazını okuduktan sonra sadece geçmişe gidip, küçük bir ilçenin pazarında annesinin elinden tutmuş peşin sıra ardından giden al yanaklı bir çocuk canlansaydı hafızamda. Ah! Ne günlerdi deyip edebi süsüyle bir kaç cümle yorum yapsaydım. Ama maalesef oralara götürmekten öte; kartal gibi pençelerine takıp, yükseklere çıkarıp bırakıverdi beni boşluğa…
Bozuyoruz, üretiyoruz,
tüketiyoruz ve tükeniyoruz!
Teşekkürler…
BeğenLiked by 2 people
Deccal de biziz. Bizim mayamızdaki yağmacı, talancı o… O bozuk ayarlarla devam ediyor hayat. Yapaylaşıyor, her şey doğasından uzaklaşıyor. Ve kurtlu elma büyük bir direnişçi oluyor 🙂 Teşekkür ederim…
BeğenLiked by 2 people
Taze hisler canlandırdı bende yazıdaki tasvirler, sanki şu an bulunduğum kuruntulu ruh halinde değilmişim gibi.
Hele elmadaki kurtçuğun benliktekine bağlandığı paragraf…
Hala tam olarak onay veremedim anadan doğma halime, hala biraz “makyaj” yapıyorum tabiri caizse.
Ama bırakacağım.
Ölmeden önce, arınacağım.
Çok sevgiler, çok tebrikler.
BeğenLiked by 2 people
Elbette kastım gözüme sürdüğüm far değil. Olmak istediğim ve hissttiğimin dışında, zorlama birine dönüşmek. İsyan bizi kendi rengine boyamak isteyen her şeye. Beni ben yapan tüm özel ayarları değiştirmeye çalışan düzene. Kolay gelsin direnmeye niyet edene. Minnetle…
BeğenLiked by 2 people
Evet evet, benim de ‘makyaj’ı tırnak içine almam tam da o sebeple. Yoksa far sürmeye, ruja, maskaraya devam 🙂
“Direnmeye niyet etmek”…Yapamasak bile, en azından safımız belli olsun.
Maskesiz sevgiler.
BeğenLiked by 2 people
Maskesiz… Seviyorum seni 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
🙂 Bilmukabele!
BeğenBeğen