
Sana yazarken özgür hissediyorum kendimi.
Yapay kuluçkalarda olgunlaşmasını beklediğim yumurtalar gibi değil de ardı ardına sıraya girmiş tırtılların seremonisi gibi bir bir kanat çırpışlarının sesleri duyuluyor kelimelerimin. Sen siyahsın, beyazsın deyip yargılamadan hiçbirini…
Sana yazarken çocuk hissediyorum kendimi.
Smokin giydirip, öyle okunduğunda kimsenin anlamadığı cümleler kurmuyorum mesela, aksine üstü başı kirli, gülüşü sihirli, kendisi sabi kelimelerimi tutuşturuyorum el ele…
Sana yazarken sonbahar hissediyorum kendimi.
Öyle vakur, güneşiyle ısıtan, beyazıyla göz kamaştıran, yeşiliyle neşe katan mevsimler gibi değil de bir yanı yaprak döken, bir yanı sararıp solan, bir yanı hüzne boğan, bir yanı yağan, bir yanı esen, bir yanı özleyen… Bak; işte ben! Diyebildiğim sonbahar gibi…
Sana yazarken çıplak hissediyorum kendimi.
Öyle esvaba bürünmeden, yalancı kokular sürünmeden, derinleşmiş çizgilerimi gizlemeden, saçlarımı taramadan; anadan üryan. Dokunur da ayva tüylerin tenime, değer göbeğin göbeğime, bedenimin titremesini, kanımın kaynamasını duy diye…
Ne göründüğüm gibi olabiliyor, ne de olduğum gibi görünebiliyorum bu hayatta… Işık vuran yüzeylerim aydınlık oluyor da diğer yanım hep karanlıkta kalıyor. Karanlıkta bir çocuk dolaşıyor, geçerim de aydınlık tarafa; büyürüm diye korkuyor. Sana yazarken göründüğümü değil, olduğumu emanet ediyorum sayfalarda… Aydınlığımı görüyorsun da gel dolaş diye karanlığımda!
Merak etme okumuyor kimse, önceleri sayfa sayfa saklardım da şimdilerde buruşturup atıyorum çöpe…
Sana yazmak, bana yazmak gibi…
Çok uzaktaymışsın da ama bir o kadar yakın gibi…
Sanki hep varmışsın da aslında hiç yokmuşsun gibi…
Zebercet simalı bir resepsiyon görevlisinin olduğu, karanlık bir Ekim akşamının, karanlık dar sokaklarında bir otel odasından yazıyorum sana bu satırları. Birazdan da buruşturup atacağım çöpe… Merak etme okumuyor kimse, bilmiyor da sana yazdığımı.
Sana yazarken hissetmiyorum kendimi.
Bedenim burada da ruhum sanki astral bir yolculukta,
Ben hep yazıyormuşum da sen hep okuyormuşsun gibi…
Sanki hep varmışsın da aslında hiç yokmuşsun gibi!
Aydınlık gibi… Karanlık gibi…
Bitti.
Özkan SARI
Sonuna yaklaşırken, midemdeki kelebeklerin hareketliliği iyiden iyiye arttı. Güzel bir şey okuyunca böyle oluyor bana. Heyecanlanıyorum.
Bu kadar güzel hissettirilebilirdi, “Sana yazmak, bana yazmak gibi” duygusu.
Aklınıza sağlık.
BeğenLiked by 2 people
Ben de profil fotoğrafınızdaki bulut resmini görünce heyecanlanıyorum. Anlıyorum ki albaraz yorum yapmış. Çok teşekkür ederim 🙏
BeğenLiked by 1 kişi
Di mi? Nasıl da yakışırdı Demliğe böyle bir ateş 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
“Karanlıkta bir çocuk dolaşıyor, geçerim de aydınlık tarafa; büyürüm diye korkuyor…” Ahhh. Söz söyleyip kirletmeye korkarım. Daha çok mektup yazmalı otel odasındaki adam. Kelebekleri daha çok kovalamalı.. Bu yüzyılda, romantizmi çoktan ölmüş bir ülkede hala böyleleri olduğuna şükrettirmeli. 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
“Otel odasındaki adam” aydınlıkta görünmez, karanlıkta görünür olan. Karanlık adamlarla, karanlığı seven adamları karıştırmadan. 🙏
BeğenLiked by 1 kişi
“Öyle esvaba bürünmeden, yalancı kokular sürünmeden, derinleşmiş çizgilerimi gizlemeden, saçlarımı taramadan; anadan üryan….”
Birinin önünde çıplak olmak ne büyük cesarettir….egoyu bir kenara itip, ruhunu, içini dokmek, önünde savunmasız kalmayı göze almak…neden bilmez karşıdaki bunun degerini, neden bu güveni görmezden gelir?
BeğenLiked by 1 kişi
Nedeni basit! Kimse kimseyi karşısında çıplak görmek istemiyor, ve kimse bir başkasının karşısında çıplak kalmak. Gerçekler, bir film ya da bir roman romantizminden çok uzak artık. Teşekkür ederim.
BeğenBeğen