
Bu yazıyı kime ithaf etsem bilmiyorum.
Havaya mı, suya mı?
Yağmurla tütsülenen toprak yola mı?
Yemişli ağaçlara,
elime konan al yanaklı elmaya mı,
yoksa
O’na mı?
Günler günler önceydi.
İnsanın şerrinden henüz nasibini almamış bir köyün öğleden sonrası zamanları…
Duvarların dışına sürükleniyor içim.
Çözüyorum ayaklarımın bağını, varsın gitsin.
Şöyle bir serileyim diyorum toprak yola, temiz hava, ferah göğüs…
Yağmur başlamış inceden, uzun gidemem.
Arayıp da bulamayınca bir yağmurluk, baston şemsiyeye kaçınılmaz talimlik…
Küçük sırt çantamda bir şişe su, arayan merak etmesin diye bir de telefon… Haydi Bakalım !
Yeni patikalar keşfetmeyi sevsem de, çamura batmak korkusuna, araç yolunu takip ediyorum.
İnişli çıkışlı yolun bacaklarıma uyguladığı, insana yürüdüğünü hissettiren baskıdan memnun, ilerliyorum.
Elimde şemsiye,
şemsiyede yağmur,
gidiyorum.
Köylü ufaktan başlamış fındığa. Havalar göz açtırmıyor ki toplasın ağacın yükünü ! Arada derede kafalarını kaldırıp bakıyorlar yoldaki yabancıya. Sağa sola “Kolay gelsin.” diye diye yürüyor. ”Kimin nesi acaba?”
Buralarda kimse yürümek için yürümüyor. Birbirlerine ya da evden bahçeye gidiş gelişler dışında benim gibi kafasını döndüre döndüre gezene zor rastlanır.
İşsiz güçsüz şehirli kadınlar işte !
Hasbelkader düşünce bir köye yolları, ayaklarına sporları çekip, ellerinde kameralarıyla kendilerini detoks etkili keşiflere savururlar. Gördükleri her çiçeğin yakın plan fotoğrafını çekip, altlarına doğa temalı hashtagleri sıralayarak sosyal medya şovları yapmayı pek severler.
Uzaktan izlemeye, koklamaya bayılır, “Gel biraz da sen topla” deseler, “Ayağıma yüzüme bir şeyler dolanır şimdi.” deyip savuşturmayı ustalıkla becerirler. Hadi genelleme yapmayayım, ben biraz öyleyim.
Turist gibi ilerliyordum ki, telefonun yanımda olduğunu hatırladım. Çalma listemin en öncelikli piano albümlerinden birine dokunup inişe geçtim,
ve başladı şiir.
İlk defa bu kadar iştahlıyım hakikate.
İlk defa bu kadar farkındayım neye baktığımın.
Sağlı sollu bahçelerin ortasından,
yağmurla karılmış toprağı az önce desenlemiş tekerlek izlerinin üzerinden,
sisli tepelerin karşısından ve fazla samimi olmaktan çekindiğim uysal damlaların altından yürürken anlıyorum ki, tüm duyularımla, var olan tek gerçeğe dokunmaktayım.
Kokuyor Ağustos
taze yaprak, ıslak toprak,
biraz tezek, biraz çiçek…
Değiyor bulutlar çıplak kollarıma çise çise.
Gelip geçiyorum tentesinin altında çay molası vermiş kadınların, çocukların, erkeklerin yanı başından.
Temkinli bir samimiyetle “Sağol “diyorlar “Kolay gelsin !” lerime. Bir ev seçiyorum rampanın başından, “Oraya varınca dönerim” diyorum.
Artık çıkış zamanı…
Önce tırmanıp yavaşça, sonra düze değiyorum.
Cürmünden büyük sesler çıkaran bir lombardin yaklaşıyor, bir el uzanıyor kol hizama. Düşünmeden uzattığım benimkine al yanaklı bir elma konuyor. El kimin bilmiyorum; lakin aldığım en manidar hediye.
Yaklaşıyorum haneye.
Yol ayrımına gelince şemsiyeyi tepemden indirip yüzümü göğe çeviriyorum.
Kollarımı iki yana açıp, kalem ucundan hallice yağan yağmurun yaprakta, toprakta ve gözlük camımdaki şıp, pıt ve çıtlarını dinliyorum.
“Teşekkürler !” diyorum fısıl fısıl.
“Farkına varmamı sağladığın her yaşanası an,
tüm kalbimle hissettiğim varlığın
ve ondan gelen huzurlu sevgin için.
Teşekkürler ! “
Derya CESUR
Ağustos 2019
Çok naif, satie de çok yakışmış. Gimnazyumu ilk dinlediğimde bu yana, düşünüyorum da en az 25 yıl geçmiş, yaşlanmışım yahu
BeğenLiked by 1 kişi
Çok şükür kimse gençleşmiyor hkaygun 🙂 Güzel yaşlananlara imrenelim biz, yaşayayıp da yaşlananlara… Teşekkür ederim.
BeğenBeğen
Eyvallah, hepimize o vakit
BeğenLiked by 1 kişi
Maddesel bir yolu takip edip, maddesel bedenimizin maceralarından daha çok, Bir “yağmur damlası” ya da ne bileyim bir “kolay gelsin” cümlesinde ilerleyen zamanı durdurup, maddesel tüm varlıkları aşağıda bırakıp, buharlaşan benliğimizin göklere yükseldiği, bir müddet oralarda dolaşıp ve okuyucuyu dolaştırıp yoğunlaştıktan sonra tekrar aşağı yağarak durdurulan zamanın tekrar başlatılmasıyla devam eden yazıları daha çok sevdim hep. Bu yazıyı çok sevdim. Aynı kelimeyle bitirelim o zaman; teşekkürler…
BeğenLiked by 1 kişi
Yaş aldıkça dönüşüyoruz. Mağazalar, şatafatlı mekanlar itiyor artık, kalabalık adeta kusuyor beni. Nerede üç beş renkli tahta sandalye, duvarda çiçek, sığınıyorum o samimiyete. Nerede maddesel azlık, orada bir genişlik, ferahlık… Deniz bu yüzden güzel, orman bu yüzden… Ben teşekkür ederim:)
BeğenLiked by 1 kişi
Minnettarım 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Neden? 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Peki. Susarak da anlaşabiliriz seninle 🤗
BeğenLiked by 1 kişi