
“Defol git buradan!”
Bu sözün üzerine ceketini alıp dışarı çıktı genç adam. Bu kez kararlıydı! Polis karakoluna gidip şikâyet edecekti ev arkadaşını. Ne kadar dil dökerse döksün, onun düşüncelerini değiştiremeyeceğine yavaş yavaş kendini inandırmaya başlamıştı.
Apartmanın dışına çıktığında akşamın ılık esintisi çarptı yüzüne, sokaklarda hareket eden araç ve insan sayısı azalmaya başlamıştı. Azalan insan sayısıyla ters orantılı olarak sokak kedileri ve köpekleri birer ikişer belirmeye başladı çöp bidonları etrafında. Ekmek kavgasına insanlar ara vermiş, bayrağı sokak hayvanları devralmıştı. Bulacakları “Ekmek” belki azdı ama “Kavga” çoktu ve çoktan başlamıştı. Kedilerin keskin uyarı çığlıklarına, köpeklerin tok havlamaları karışıyordu.
Genç adamın kulağına ilişen sesler biraz önceki kararlılığının katılığını yumuşatıyordu. Hem polise gidip şikâyet etse ne olacaktı ki? Somut hiçbir kanıtı yoktu elinde. Öyle ya; bin tavşan bir at etmeyeceği gibi, bin şüphe de bir kanıt etmiyordu. Ne olursa olsun yine de arkadaşıydı. Biraz sakinleşince gider bir daha konuşurum diye düşündü.
Ceplerini yokladı. Sigarasını evde unutmuştu. Hızlı adımlarla sokak başındaki bakkal dükkânına yürüdü. Hasan Abi’yi tam kapıyı kilitlerken yakaladı: “Hasan abi dur kapatma gözünü seveyim. Bana oradan bir paket sigara veriver sana zahmet.” Hasan bakkal imamlıktan emekli olduktan sonra evde boş oturmayayım diye açmıştı bu dükkânı. Tok satıcıydı, akşam ezanıyla beraber kapatırdı dükkânı. İçinden; “Fesupanallah” deyip kilitlediği kapıyı geri açtı.
Genç adam, daha dükkândan çıkmadan açtı paketi ve bir dal sigara götürdü ağzına. “Bizim serseri evdeki paketi fark ederse hepsini içer.” Diye geçirdi aklından. Önce ciğerlerinde, sonra semaya doğru yolculuğuna devam ediyordu dumanlar. Genç adam ise kesme taşlı kaldırım üzerinden ihtiyar çınar ağaçlarının oradaki kahveye doğru yol alıyordu.
Çayından bir yudum çekip, ıslanmış tabağının içine koyduğu peçete üzerine bıraktı bardağı. Ev arkadaşını düşünmeye başladı. Uzun süredir: “Öldürelim kendimizi kurtulalım şu hayattan!” Deyip duruyordu. Artık korkmaya başlamıştı.
“Ah be güzel kardeşim. Neden kızar durursun ki bu dünyanın düzenine, sen mi değiştireceksin sanki. Gir kalabalığın içine işte. Kalabalıklar içerisinde yadırgamazsın hiçbir şeyi, sağın, solun, önün, arkan hep birbirine benzer. Birbirine benzeyenler de birbirlerini rahatsız etmezler. Birbirlerinden rahatsızlık duymazlar. Aynı bataklığın içindeler zaten, birbirlerine çamur atsalar ne değişir. Yedikleri de çıkardıkları da aynı pislik.
Uğraşma bu pislikten kurtarmaya kendini, her yeri görebileceğin tepeler arama, seni o tepelere çıkaracak patikaların yerlerini gösteren kitaplar okuma, zehirler seni kitaplar, zehirli soru işaretleri ekerler çorak topraklarına. Sonra yeşerir o sorular, kök salarlar derinlere, dal çıkarırlar göklere, dallarına kuşlar konar, gövdesine yuva yapar. Meyve verir ağaçların, güzel kokar çiçeklerin. Arılar musallat olur çiçeklerine, öz toplar, bal üretirler. Bir amansız rüzgâr süzülür üzerinde, tohumların uzaklara, başka zihinlere yayılır, yeni soru işaretleri tomurcuklanır uzaklarda. Çıktığın o tepelerin patikalarında insanlar belirir. Herkes bir gün o tepelere çıkacak diye ümit edersin ama yanılırsın. Yalnız kalırsın.
Çabuk fark edilirsin o tepelerde. Alıştırma kendini çiçek kokusuna, kuş cıvıltısına… Kuşlarını vururlar, çiçeklerini ezerler. Bu dünyada iyi olmak, Yeşilçam romantizminden ötede bir şey değildir. İyiliktir herkesin etiketi, ama kötülüktür elbiselerinin kumaşı. Gel güzel kardeşim… Yakalım kitaplarını, söküp atalım ektiğin o zehirli tohumları.”
İyice sakinleşti genç adam. Ev arkadaşına söyleyeceklerini derleyip topladı. Tedirgindi. Anlam veremediği bir biçimde avuç içleri terliyordu. Cebinden çıkardığı birkaç metal parayı masanın üzerine bırakıp kalktı. Düşünceliydi…
Önce zili çaldı. Açan olmadı. Anahtarıyla kapıyı açıp içeri girdi. Sigara paketi vestiyerin üzerinde duruyordu: “Demek fark etmemiş burada unuttuğumu.”
Heyecanlıydı. Sadece avuç içleri değil alnı da boncuk boncuk terlemeye başladı. Olan bitene bir anlam veremiyordu. Akşamüstü esen rüzgârın dokunduğunu düşündü. Salona girdi ve söze başladı:
“Ah be güzel kardeşim. Neden kızar durursun ki bu dünyanın düzenine…”
…
Apartman sakinleri duydukları tabanca sesiyle irkildi. Bir anda apartman merdivenlerinde uğultular başladı. Herkes ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Biri hiç vakit kaybetmeden polisi aradı.
Çok geçmeden tabanca sesinin geldiği daireyi anladılar. Kapıyı açan yoktu. Çağırdıkları çilingir sayesinde kapı açıldı. Salona girdiklerinde, perdeleri kapalı pencere önündeki koltukta genç adamın cansız bedenini buldular. Sol elinde bir kalem, sağ elinde ise işaret parmağına takılıp kalan tabancası vardı.
Genç adama yaklaşan polisler, koltuğun yanındaki sehpa üzerinde iki ayrı not kâğıdı gördüler. Polislerden biri not kâğıtlarını eline alıp inceledi.
Birinde;
“Ah be güzel kardeşim! Çok anlattım ama dinletemedim!”
Diğerinde ise;
“Ah be güzel kardeşim! Çok anlattın ama anlayamadım! Yazılıydı.
Genç adamın komşularına dönen polis, evde başka birinin daha yaşayıp yaşamadığını sordu.
Komşuların cevabı ise oldukça net ve kesindi;
“Yalnız yaşardı!”
Özkan SARI
Koyu harflerle anlattığın bölümü tekrar tekrar okumalısın. Çünkü; Allah uzun ömür versin! Sen göçtükten çok sonra bile okunacak kelimeler yazmışsın. İlhamına, yüreğine ve yaşama bakışına sağlık. 💎
BeğenLiked by 2 people
Ne güzel bir yorum bu böyle. Çok teşekkür ederim. Bazen iraden dışında vurmaya başlıyor parmaklar klavye tuşlarına. Saygıyla…
BeğenLiked by 1 kişi
“Birbirine benzeyenler de birbirlerini rahatsız etmezler…” çok cümle var altını çizip yanına yıldızlar koymak istediğim. Mutlu haklı. Harika yazmışsın. Çokça yaşadığım bu duygu bölünmüşlüğünü nasıl da güzel anlatmışsın. Hepimiz sınırdayız. Birbirini bulmakta zorlanan yersiz yuttsuz azınlıklarız. Neyse ki biz bir kapı bulduk kaçarken, sığındık. İşte burdayız!
BeğenLiked by 2 people
“Duygu bölünmüşlüğü” doğru ifade bu sanırsam. Ve bölünmüş bu duyguların taşıyıcısı, birbirlerine üstünlük kurmak için savaşan aynı bedendeki farklı benlikler. İçinde yaşadığımız bir bataklık ama herkesin gül bahçesi sandığı. Ya da yaşadığımız gül bahçesinde bizim bataklık sandığımız. Kafeste doğup, uçmayı hastalık sanan kuşlar misali belkide hasta olan biziz. İşte buradayız. Teşekkürler… Saygıyla…
BeğenLiked by 2 people