Selimiye’de Bir İskele

Naive Elegant Love

Ben küçük yerleri severim.

Taş döşeli dar sokaklarda pencereden pencereye ip uzatabileceğim kadar dost evleri,

cesur kırmızılar, çiviti çıkmış maviler, “yok artık !” dedirten yeşillere boyanmış ahşap çerçeveleri,

duvar saksısı gibi kondurulmuş ve unuttuğum bir çocukluk masalına çağırır gibi boyanmış masaları, iskemleleri…

Ben küçük yerleri severim.

Şırıl şırıl dalgasıyla iskelelerin, teknelerin altını şılap şılap döven,

gün batımında masama dost olan denize kıyı sakin köyleri…

Keyfine göre güne günaydın deyip incik boncuk tezgahını açan kadınların, sokak yalnızlığı giyinene kadar kapısını kapatmayan, son müşterinin yanındaki sandalyede geceyi  demlendiren nazik adamların kendilerine durak seçtiği cumba altı dükkanları…

Ben küçük yerleri severim.

Birbirine selam vere vere, arka sokaktaki fırından çıkan, aldığı beş simitten üçünü evine gidene kadar dağıtıp, kısık ateşte demlenmiş çayının yanında beyaz peynir, zeytin ve domatesle balkonlarında bereketli kahvaltılar yapan insanları…

Ben küçük yerleri severim.

İhtişamı ağaca, güneşe, suya ve dağa bırakıp, kendine papatyadan taç yapmış çocuklar gibi, mütevazi güzellikleriyle içime baharlı yollar açan

ve gitmek zamanı geldiğinde, hüznü burun kemiğime takı yapan…

Ben küçük yerleri severim.

Bu küçük yerlerin Monet tablolarına benzeyen avlularında kaynayan reçelleri, anne eli değmiş mezeleri, yüzünde unuttuğu akşamdan kalma tebessümüyle şapkasının altında şekerlemeye çekilmiş bakkalı, begonville aşk yaşayan balkonları…

Bu yüzden Ege bir tutkudur bende.

Kızışan sıcaklıkla birlikte,  çırpınışlarını giderek yükselten cırcır böceklerine  imrendiğim yerdir.

Akdeniz’de asla bulamayacağım,

güneşin yorduğu derimde tatlı tatlı gezinen meltemin şefkatli sarılışıdır.

Marmaris’in inci gibi derinlerinde sakladığı Selimiye’nin yeri özeldir bu yüzden. Sabahın erken saatlerinde, bir seromoni gibi, sohbet ede ede yüzen şapkalı kadınları kaç yerde görür insan?

Balkonda kahve içer gibi, mümkün olan en az devinimle ve aralarındaki mesafeyi hiç yitirmeden yaptıkları bu sabah sohbetinin seyircisi olmak bile güzeldir. İskelemin önünden geçip gider ve ben kim bilir hangi kitabın kaçıncı sayfasını çevirirken tekrar görünürler. Aradan en az bir saat geçmiş olur ve sanki doğduklarından beri sudan çıkmayan hasır şapkalı deniz kızları gibi hiçbir yorgunluk belirtisi göstermeden geri dönerler.

Losta Sahil Evi’nin ahşap  iskelesi gündüze ayrı, geceye ayrı bakar Selimiye’de. Gündüzün temiz mavisini, gecenin yakamozlu siyahını burun deliklerimden, göz bebeklerimden ve derimdeki milyonlarca gözenekten  içime taşır. Arkamda, uyuduğum beyaz kulübe, önümde, bakmakla eskitemediğim bir genişlik, içime doldurmakla doyamadığım iyot kokusu var iken, saniyeler, saatlerce genişlesin isterim.

Orta yaşın seyr-ü sefererinde, aranır oluyormuş tecrit. Davranışsal evrimi gecikmiş kalabalıkların içinde alınmıyormuş nefes. Bunu anladığınmdan beridir, yüzerken, bir şekilde rüzgarla savrulup gelmiş bir ambalajla karşılaştığında, yakalayıp iskeleye bırakan insanların diyarında ölene değin kalasım ve bu inceliğe sahip olmayan diğerleriyle, yalnızca fiziksel olarak süren tek bağımı da koparasım var.

Çoğunluğu değiştiremeyeceğimi anladığım günden beri, aynı rüyaya inandığım azınlıkla kendi masalımı yazasım var.

Selimiye’de Bir İskele’ için 5 yanıt

  1. “Bir huzursuzun gezi notları” bu yazının yer alacağı kategori olarak yetersiz kalmış bence. Evet hayran olunan bir yer var, bu doğru. Ama okuduktan sonra insanın o yere gidesi değil, çekilip bir kuytu köşeye düşünesi var. “Çoğunluğu değiştiremeyeceğimi anladığım günden beri, aynı rüyaya inandığım azınlıkla kendi masalımı yazasım var.” Bu finalde her şeyi açıklıyor sanırım.

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s