
Girizgah…
Bir kitap, bir sırt çantası ve rahat bir ayakkabı sizin cennetinizin giriş enstrümanları olabilir.
Bazılarımız insan izinin görünür olmadığı bir doğa parçasına serdiği çadırlara kurar tahtını, bazıları göz kamaştıran mimarileri ve evlerimizden daha konforlu olanaklarıyla dizayn edilmiş otellerin havuz başlarına…
Nihayetinde cennet dediğimiz, bizi dünyanın kalanından sıyıran huzurlu bir ödül değil midir?
İnsan ki, hiç benzemez birbirine. Renkleri, sevdiği yemekleri, parfümleri, izlediği filmleri, okuduğu kitapları benzemez.
O halde nasıl olur da bir şehir, bir iklim, bir tarih ve bir yatak hepimiz için ideal olabilir?
Bu yüzden, herkesin cenneti farklıdır.
İlk söz…
Çalışma hayatındaki pek çok insan gibi gürültülü trafiğe ve nahoş çokça ses üreten canlı cansız her şeye, toplu yaşam bilinci ve doğa sevgisi gelişmemiş sözde kent insanlarına, estetikten nasiplenmemiş binalara, sokaklara, caddelere, avm lere, nezaketten yoksun agresif insanlara, ülke gündemine, politik kavgalara ve yazmakla sonunu getiremeyeceğim diğer her yıkıcı duruma maruz kalınca, gittiği tatillerden dinginlik, temizlik, kalite, incelik, doğallık, tebessüm, insan odaklılık ve nitelikli iletişim bekleyen nam-ı diğer Huzursuz’un biriyim ben.
Bu kategoride yazdığım gezi notlarında nerede kalacağınız, nereleri gezeceğiniz ya da nerede yemeniz gerektiği konusunda bilgiler vermiyorum. Bunlarla ilgili tüm ayrıntıları internet üzerindeki yüzlerce gezi bloğundan edinebilirsiniz. Ticari kaygılar gütmeyen fikir bloğumda, gittiğim yerlerin bende uyandırdığı toplam duyguyu anlatmaya ve hayata yaklaşık olarak benim merceğimden bakan, aynı rahatsızlıkları hissedip aynı güzel ayrıntılarla keyiflenen insanlar için abartılmamış, sempatik görünmek için saptırılmamış gerçekleri paylaşmak niyetindeyim.
Ağva…

Latin dilinde iki dere arasına kurulan köy.
Suyla çerçevelenmiş karanın soyu tükenen tablosu.
Nehre rengini vermiş ormanın serin nefesiyle güneşi doğurup, gün boyu kızan kaldırım taşlarını aynı nefesle soğuttuğu bir kaçış kasabası.
Ağva…
Su bisikletleri ve küçük tekneler,
Bahçeleri çiçekli müstakil evler,
Şile bezinden dikilmiş dallı güllü elbiseler…
Binlerce yıllık tarihinin “biz buradaydık” diyen sesi ile gittikçe çölleşen şehrin az ötesindeki vaha…
Sen de geçmiş, ben diyeyim asırlar öncesinden bugüne kollarını uzatan vefaya muhtaç bir kasaba.
Şile’nin sakin bir köyü olarak ün yapmasının ardından İstanbullunun, kakafonik şehir ortamından kaçmak için daha sık ziyaret ettiği bir yer olmuş Ağva.
Toprağı tozutan arabaların sayısı artınca, birer ikişer başlamış inşaatlar. Önceleri küçük pansiyonlar yeterken, zamanla daha büyükleri yükselmiş. Sakin köy yıllar içinde önce yazlıkçı ailelerin, sonra kısa süreliğine de olsa İstanbul’a sırtını dönmek isteyen tatilcilerin misafirhanesine dönüşmüş.
İnsanlar, hayatın başlangıcından beri yaşamlarını su kenarlarına kurmuşlar.Tüm büyük medeniyetler suyun gücünden ve arındırıcılığından faydalanmışlar. İnsanlık sudan sebeplerle başlamış ve ondan gelen hayatla büyümüş, gelişmiş ve yenilenmiş.
Bu yüzden su kenarlarına çekiliyor olmamız.
Ondan gelen serinliğe ve dinginliğe ihtiyaç duymamız bu yüzden.
Kendimi Göksu Nehri’ne sıfır bir masanın sandalyesine bırakırken içime yayılan ferahlık başka nasıl açıklanabilir ki?
İç evrenimden çıkıp dış dünyamın duyularıyla algılayabildiğim uzaklıkları taradığımda, bunun başkaları için de benzer bir karşılığı olduğunu anlıyorum.

Ve fakat…
Bir coğrafya ne kadar az insanla muhatap olursa , o kadar bakir kalabiliyor. Her yeni ayak izi, bizim gibi doğa aidiyeti düşük insanların ülkelerinde yeni yok edişler yaratıyor.
Ağva’nın on yıllardır büyüttüğü ağaçların arasından açılan beton yollarda yürürken, nehrin manzarasını karşıma almak için kıyıya konuşlanmış otellerden birinin kapısından geçmek zorunda kalırken, sokaklarında gezinirken adımlarıma çarpan atıkları ayaklarımla kenarlara itelerken yıkıcı gücümüzle bir kez daha yüzleştim. Böylesine konuksever bir ev sahibine karşı nasıl bu kadar bozguncu olabildiğimiz sorusuyla sessiz kavgalar ettim.
Ne bekliyorsunuz?
Sakinlik, boşluk, serinlik, sohbet, oksijen, doğa sesleri, arınma…
Bu etiketler beklentilerinizi örnekliyorsa buraya gelme niyetinizi eyleme dönüştürebilirsiniz. Ancak tüm bunlar için Ağva Merkezi olarak adlandırılan bölgeden yaklaşık 4 km uzakta konumlanan otellerden birini seçmelisiniz. Nehre sıfır konumda bulunan otellerde yemeğinizi su kenarında yiyebilir, havuz başında güneşlenebilir ya da ağaç altındaki bir hamakta kitabınızı okuyup şekerleme yapabilirsiniz.

Bölgedeki bazı oteller yalnızca yetişkin misafirlere hizmet verdiğinden seçimlerinizde bu ayrıntıyı göz önünde bulundurabilir ve daha sakin bir tatil geçirebilirsiniz.
Kişisel ziyaretim sırasında, ayrıntıları fazlaca umursayan bir tatilci olarak bende rahatsızlık uyandıran noktaları da es geçmek istemem.
2019 Haziran ayı içerisindeki konaklamam sırasında cadde ve sokakları oldukça kirli bulduğumu, yerel belediyenin, dışarıdan bunca ziyaretçi alan bu bölgeye neden özenli davranmadığını anlayamadığımı, çevre ile ilgili duyarlılığı az olan insanların yaratmış olduğu bu kirli görüntünün daha sonraki olası ziyaretler için olumsuz bir imaj yarattığını belirtmek zorundayım.
Özel araç ile gitmeyecekseniz , oteller bölgesi ile merkez arasındaki 4 km lik yol boyunca tek bir büfe dahi bulunmadığından ihtiyaçlarınızın temini için alış veriş yapmakta biraz zorlanabilirsiniz.
Oda kahvaltı hizmet veren otellerin ve genel olarak Ağva’da bulunan yeme içme mekanlarının menü fiyatları lezzetleriyle ters orantılı olarak oldukça yüksek.
Saat 22.00’den sonra sahil kenarının +18 içerikler barındırdığını ve bu yüzden bu bölümde çoluk çocuk zaman geçirmenin pek mümkün olmadığının altını çizmeliyim. Ağva, benim tahminimin aksine, herkesin kullanımına açık olan kamu alanlarında çok farklı kültürel çeşitlilikte insan ağırlıyor. Bölge, özellikle hafta sonlarında günübirlik ziyaretçilerden yoğun ilgi görüyor.
Bir huzursuzdan tavsiyeler…
Gündüz ve gece sıcaklık farkının fazla olması nedeniyle yanınıza mayonuzu alırken akşam için uzun kollu ve paçalı kıyafetlerinizi de unutmayın.
Civarda elektrikli bisiklet kiralayan yerler var. Buradan yapacağınız 30 ya da 60 dk’ lık kiralamalarla Ağva’nın iç sokaklarına doğru keyifli sürüşler yapabilirsiniz.
Su üstünde zaman geçirmeyi seviyorsanız küçük nehir teknelerinden kiralayabilir ya da kendi enerjinizle süreceğiniz su bisikletlerini tercih edebilirsiniz.
İstanbul ya da Adapazarı gibi yakın şehirlerden değil de uzaklardan uçakla gelip hava alanına konmaya niyetli iseniz yazının yayınlandığı tarih itibariyle 430-460 tl arasında oynayan geliş gidiş taksi ücretini göze almalısınız.
Üstteki maddenin devamı olarak, niyetiniz sakin birkaç gün geçirmekse ve 300 km den daha fazla bir mesafede ikamet ediyorsanız, kendinize daha makul bir yer bulun.
Son söz…
Keyif, ayrıntılarda yaşar
Derya CESUR
Seni okumak çok güzel.. Yazdığın gibi konuşuyorsan dinlemekte keyiflidir.. 😊 Çok faydalı olmuş.. Eline sağlık..
BeğenLiked by 2 people
Teşekkürler mutlu. Çok değeli yorumların. Belki bir gün toplaşır sohbet de ederiz. Nasıl konuştuğuma da orada bakarız:)
BeğenLiked by 1 kişi
Süper olur. Çok sevinirim. 😊
BeğenLiked by 1 kişi
Yıllar önce ilk yazı deneyimlerim gezi yazılarıyla başladı. O zamanki mesleğim gereği daha göçebe bir hayatım ve yeni yerler görmek için daha çok zamanım vardı. Özellikle yazar gezginlerin sitelerini, hesaplarını takip eder, onlara imrenirdim. Sonra ben de gezi yazıları yazmaya başladım. Bir müddet bu böyle devam etti.
Zaman içerisinde gördüm ki; kendimde dahil olmak üzere, büyük çoğunluktaki amatör ve profesyonel gezginlerin “gezi” ve “yazı”dan anladıkları, simge yapıların önünde çektirilen fotoğraflar ve bunların başkalarına teşhirinden başka bir şey değil. Ve yine anladım ki; insanların gezi niyetiyle çıktıkları yolculuklarından beklentileri de bu teşhir safsatasından bir adım uzakta değil. Hal böyle olunca gezip gördüğünü sanan insanların size tek anlatabilecekleri sadece; “çok güzel” cümlesi oluyor ve gösterebilecekleri boy boy, şekil şekil fotoğraflar.
Yerleşik hayata geçince gezmek için artık yeterince vaktim olmuyor. Haliyle gezi yazıları da son buldu. Şimdi sadece “Rotasız Seyyah Mehmet Genç”i takip ediyorum. İki kitabını da zevkle okudum. Onun, yukarıda anllattıklarıma tamamen zıt olan gezi anlayışı başımın tacı. Kendisi de Samsun’da yaşıyor.
Gelelim şimdi senin yazına. Genelini beğenmekle beraber özellikle ilk bölümlerini büyük bir zevkle okudum. Neden? Çünkü içinde edebiyat var. Çünkü içinde edebiyat içinde olgunlaşan bir “dem” var.
Biraz fazla dağınık oldu galiba. Olsun! Sağlık olsun!
Teşekkürler…
BeğenLiked by 1 kişi
Evet.. Belki de tek neden bu… Rotayı edebiyata malzeme yapmak ve belki de bu yolla bakışı derinleştirmek. Çünkü yazacağını bilince bir pencere yalnızca bir pencere olmuyor artık, bir sokak sadece şık bir fotoğraf karesi olmuyor, bana harç oluyor 🙂 Bir tür egzersiz alanı… Teşeklür ederim. Yazmaya devam, rotadan ilhamla insanı anlatmaya. Kim bilir belki içimden bir Ali Gülcü çıkar bir gün:)
BeğenLiked by 1 kişi
Hakan Günday sanırım kendince bir koruma kalkanı oluşturup ülkedeki keşfedilmemiş ya da henüz yeteri kadar popüler olmamış mekanlarının saklı kalmasını tercih ettiğinden olsagerek, mekan adlarını uydurmayı tercih ediyor. Daha’daki Kandalı, Şahsiyet’teki Kambura bunlara iyi birer örnek. Belki korumak için görselleri paylaşıp destinasyon adlarını uydurmak daha iyidir. Ben Ağva’yı 7 Numara dizisinden hatırlıyorum sanki… 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Öncelikle hoş geldin 🙂 Haklı olabilirsin. Keşke bir roman yazsam da öyle yapsam 🙂 Ben de tanık oldum bir iki kitabında. Nermin Yıldırımda da rastlamıştım. Ben bir yere gitmeye niyet ettiğimde bana benzer beklentileri olan insanlara kulak vermek istiyorum. Belki bu yüzden yazıyorum. Ya da… Belki yalnızca şezlong üstü boşluğunu doldurmak için 🙂
BeğenLiked by 1 kişi