Yirmi Altı Yıl

Dünyanın sadece bizim etrafımızda döndüğünü sandığımız yıllar.

Anne babamızın, başkasından geri kalıp üzülmesin, mahcup olmasın diye düşünerek cebimize koyduğu okul harçlıklarını ne zor şartlarda kazandıklarını bilmediğimiz, bilsek bile ilgilenmediğimiz yıllar.

Okul yılları…

Gri pantolon, beyaz gömlek, lacivert kravat ve ceketten oluşuyor o zamanlar okul üniformaları. Gömlek ve pantolonum ütülü olmadan, kafama da bir avuç jöle sürmeden çıkmıyorum sabahları evden.

Sınıf başkanıyım ve sınıfın başarılı öğrencilerindenim. Hani her sınıfta bir popüler erkek ve kız öğrenci olur ya; işte o erkek öğrenciyim.

Popülaritenin bana sağladığı öz güven, egomu öylesine beslemekte ki beslendikçe büyümekte, büyüdükçe acıkmaktaydı.

Ego, ergenlik, popülerlik ve öz güvenin bir araya gelmesiyle şekillenen duygu ve düşüncelerim, sağlıklı ve seviyeli davranışlar sergilemekten alıkoymaktaydı beni.

İşte tam bu zamanlar yeni bir İngilizce öğretmeni tayin oldu okulumuza. Sınıfımızla ilk dersi tanışma faslıyla geçmişti. Öğrencilerin şahsına sormadığı genel soruları sınıf başkanı olarak bana soruyor, sınıfla ilgili bir durum olduğunda, ders aralarında beni öğretmenler odasına çağırıyordu.

Adı Burcu’ydu. Bizlerden en az on beş yaş kadar büyüktü. Çok kısa sürede, sınıfta öğrencilerle kurmuş olduğu yapmacıklıktan uzak ve samimi ilişkiler, kendi yaşıtı bir erkekmişim gibi benimle konuşurken bir şeyleri olgunca aktarmaya çalışması, Burcu Öğretmenle aramızda diğer öğretmenlerden farklı olarak sıkı bir bağ oluşmasına neden olmuştu.

Tüm arkadaşlarım ve özellikle ben onun derslerini iple çekiyorduk. Onun derslerinin olduğu günlerde annemin tüm direnişine rağmen ütülü kıyafetlerimi bir kez daha ütületiyor, dayımın Almanya’dan getirdiği playboy marka parfümü sıkıyordum.

Burcu Öğretmenin bana karşı olan sevecen davranışları ve bazen ”yakışıklı” diye seslenmesi; zaten beni avucuna almış olan egomun ve öz güvenimin iştahını kabartıyordu. Burcu Öğretmene karşı önceleri beslediğim öğretmen sevgisi, sonraları onu tavlamaya çalışan kararlı bir aşığın sevgisine dönüşüverdi.

Ona bakarken bakışlarımı daha bir keskinleştiriyor, kendimce olgun konuşmalar yapmaya çalışıyordum. Sınıfta yerimi değiştirip öğretmen masasının hemen önündeki sırada oturmaya başladım. Ders boyu gözlerimi bir an olsun başka bir yöne çevirmiyordum.

Kızıl saçlı, dolgun yanakları kahverengi çillerle süslü, tırnakları her daim ojeli ve iri göğüslüydü. Devamlı uzun etekler ve kot ceketler giyerdi. İçtiği sigaranın kokusu parfümünün kokusuna karışır, bu koku beni daha fazla cezbederdi.

Cesaretimi toplayıp Burcu Öğretmene bir aşk mektubu yazmaya karar verdim. Günlerce düşünüp kurgulayarak, bir gece herkes yattıktan sonra aldım kalemi kağıdı elime… ”Sevgili öğretmenim” ile başlayıp ”seni seviyorum” cümlesi ile biten mektubu bitirdiğimde, gün ışığı çoktan odamı aydınlatmıştı.

Gece boyu uyumamama rağmen ne bir yorgunluk ne de uykusuzluk hissediyordum. Aksine, bir an evvel rengarenk kağıtlara aşkımı döktüğüm mektubumu teslim etmek için sabırsızlanıyordum.

Erkenden okula gidip, öğretmenler odasının kapısı önünde heyecanla Burcu Öğretmenin gelmesini bekledim. Avuç içlerim terliyor, mektubu ıslatmamak için sık sık ceketime siliyordum. Geçmek bilmez dakikaların ardından Burcu Öğretmen geldi. ”Günaydın yakışıklı, kimi bekliyorsun böyle?”  dedi. Gayri ihtiyari bir ses tonuyla ”seni” dedim ve mektubu kendisine uzattım. Almasının ardından koşarak oradan uzaklaştım.

İşte bu öyküyü yazmama neden olan o mektup tam yirmi altı yıl sonra bugün bana geri döndü. O sayfaları katlayıp zarfa koyduğum ilk gün ki heyecanla sayfaları zarftan geri çıkardım. Gözyaşları içerisinde okudum. Bir âşık olarak değil; Burcu Öğretmenin bir öğrencisi, bir kardeşi, bir evladı olarak okudum. Bir taraftan sarsılarak hıçkırıklara boğulurken, yazdıklarımı okudukça bir taraftan da tebessümler belirmeye başladı yüzümde.

Mektubun bana nasıl geri döndüğünü merak ediyorsunuz değil mi?

Mektubu Burcu Öğretmene verdiğim günün son saatlerinde onun dersi vardı. Sıtma tutmuşçasına bir bekleyiş heyecanı beni pençelerine almış, ruhumu sıkıştırmaktaydı. Ne cevap vereceği, nasıl karşılayacağı soruları adeta zihnimde tepiniyordu. Yaşadığım romantik heyecan, zaman ilerledikçe yerini sızlayan bir tedirginliğe bıraktı. O yıkılmaz sandığım öz güvenim ve egom sanki beni bir suça itmişti de yakalanınca bırakıp kaçmışlardı. Zaman biraz daha ilerleyince tedirginliğim yerini korkuya bıraktı.

Burcu Öğretmen sınıfa girdiğinde hiçbir şey yokmuş gibi dersini anlatmaya başladı. Ben ise ne ders dinliyordum ne de Burcu öğretmene bakabiliyordum. Eziyet gibi geçen iki ders saatinin sonunda zil çaldı ve Burcu Öğretmen bana dönerek: ”Bahçede seni bekliyorum yakışıklı” dedi ve sınıftan ayrıldı. Ardından bende bahçeye çıktım.

O gün bana uzun bir konuşma yaptı. Kırmadan, dökmeden, her zamanki sevecen ve şefkatli tutumundan taviz vermeden… Tabi ben o konuşmanın anlam ve önemini yıllar sonra kavrayabildim. Tabii cesaret edip kalkıştığım şeyin ne denli çocukça olduğunu da. O günden sonra Burcu Öğretmenle aramızda imrenilecek bir öğretmen öğrenci ilişkisi başladı. Sonraki yıllarda da görüşmeyi hiç bırakmadık.

Geçen hafta kaybettik Burcu Öğretmeni. Uzun süredir mücadele ettiği kansere yenik düştü. Cenazesini dolduranların büyük bir çoğunluğu yurdun dört bir yanından gelen öğrencileriydi. Elbet o insanları bir araya toplayan, Burcu Öğretmenle yaşadıkları anılarıydı ve de Burcu öğretmenin her birimize kattıkları.

Bugün ailesine baş sağlığı ziyaretine gittim. Kızı Feryal mektubu bana uzattığında şaşkınlıkla ne yapacağımı şaşırdım.

”Annem; kendisine bir şey olursa bu mektubu size vermemi söyledi.” Dedi Feryal. Şaşkınlık ve sükunetle aldım mektubu. Ardından müsaade isteyip oradan ayrıldım.

Şimdi ise yirmi altı yıl önce o bahçede bana söylediği bir cümle dolanmakta zihnimde:

”Bazı insanlar; yanlış zamanda, yanlış yerde ve yanlış bir şekilde karşılaşırlar.” Bu sözü beni kırmamak için söylediğini şimdi çok iyi anlıyorum.

Doğrusu şu ki biz:

”Doğru zamanda, doğru yerde ve doğru bir şekilde karşılaştık.”

Huzur içinde uyu öğretmenim…

Özkan SARI

Yirmi Altı Yıl’ için 4 yanıt

  1. Kim için ne kadar değerli olduğumuzu anlamak için “şimdiki zaman” yanıltıcı olabilir. Gelecek zamanın kudreti bu yüzden midir acaba? Yine çok keyifli bir yazı okudum. “Doğru insanın tek başına eksik kaldığı, zaman ve mekandan soyutlanmış bir şansın yeterli olmadığı” düşüncemin sağlaması gibiydi. Kalemine sağlık Özkan Sarı.

    Liked by 1 kişi

    1. Kim tarafından ve ne zaman inşaa edildiğinin bile hala binlerce varsayımının olduğu bu dünya durağında bekleme süremiz arttıkça, durak, yolcu, tren ve varılacak hedef ile ilgili sorularımızı cevaplayabilir, daha sakin bir zihinle treni bekleyebileceğimizi düşünürdüm hep. Yanılmışım. Geçen zaman neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin eksik neyin tamam olduğu konusunda kafamı daha çok karıştırıyor. Bu karışık cevap için de kusura bakmayın. Teşekkürler.

      Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s