
-Bugün nasıl bitecek bilmiyorum.
(??? … )
-Gece boyu üstündeki yorganı tekmeleyen gövdeme inat bu ayaklarım neden ısınmıyor acaba?
(Hala uyuyor olabilir miyim?)
-Önce egzersiz mi yapsam, şu sıvıları mı içsem?
(Efendim?)
-Saçlarım neden dümdüz değil ki?
(N’oluyor sahiden? Kalktım mı ben? Saat kaç?)
-Kalıcı makyaj konusunu bir daha düşünmeliyim. Zor oluyor her sabah.
( Sandıkların son durumu ne oldu acaba?)
-İyi ki giyeceğim şeyleri akşamdan çıkardım, en az 15 dakikalık zamanı kurtardım. Bu uykusuzlukta epey para eder.
(Yatağa gidip bir kendime baksam mı acaba orada mıyım diye?)
-Bir de nöbetçiyim. Akşama kadar ayakta nasıl dururum acaba? Whatsapp durumuma “yok” yazıp uçuş moduna mı geçiş yapsam?
(Ya oradaysam? Ne yapacağım o vakit? Ayağımdan gıdıklayıp “Hadi Uyan! İşe geç kalacaksın mı diyeceğim? Daha düşünürken ürktüm.)
-Tabandan ısıtmalı ev istiyorum.
(Hı?)
-Ya da kısa yoldan çorap giyeyim şimdilik.
(İstanbullu bu kadar takmamıştır kafasını. Bana ne oluyor acaba buralardan?)
Mutfak…
Zencefil, zerdeçal, bir limon, biraz bal… Bir tatlı kaşığı çörekotu yağı… Bir de şu yeni vitamin takviyeleri… Art arda yutup erken kahvaltıyı halledelim. Hasta olmamak için…
-Dur! Olsam ya biraz hasta! Birkaç gün parasetamol etkisiyle uyurum o zaman.
(Ben kesin uyandım. Yine zehir gibi üretiyorum.)
-E benim ayaklarım niye çıplak hala? Saat kaç? Aaa Geç kalıyorum!
Okul…
-Yine kötü kötü kokuyor burası. Bir an önce nereye gideceksek gidelim de bitsin artık bu işkence. İçim çürüyor baktıkça yemin ederim. Ben de o yüzden duvarlara değil sevdiğim insanların yüzüne bakıp, güzel müzikler dinleyip güzel yazılar okuyorum ferahlamak için.
(Her gün niye aynı yere gidiyoruz çalışmak için? Her gün kendimizi aynı duvarlara, aynı saat aralıklarına ve aynı insanlara hapsediyoruz. Neden?)
Bendir…
(Hı?)
Güzel bir sesi var. Derin ve yüzlerce yıllık. Düm te-ka düm tek…
(Keşke terlikli kadın dönmeden eve gidip biraz yatsam… Bundan sonra müstakil eve taşınmayan ne olsun!)
-Ne olsun?
(Ne? Nasıl Ya? Cevap mı verdim kendime? Duydum mu beni sahiden? Yani, mümkün mü benim kendime seslenmem?)
Düm te-ka düm tek….
(Şşşşt sana söylüyorum. Duyuyor musun? Bana mı söyledin onu? Şeyy ya da bana mı söyledim?)
-Çalın davullaaaaaa-rıııııııı Çaaaaydan aaaaa şaaaa ğııııııı…
(Hı? Anlamadım? Nasıl? Hangi davul? )
-Hoş geldiniz gençler! Nasılsınız? Baştan söyleyeyim biraz zayıf bir günümdeyim, pek uyuyamadım; o yüzden tolerasyonum biraz zayıf. Gerginlik hissederseniz kusura bakmayın.
(Heeeeyyy? N’apıyoruz biz burada? Çıkalım gidelim. Denize koşalım, gidip karşısında orta açık çay içelim. Heeeey! Tependeki florasanlar bile intihar etmiş, sen hala öğretilerin peşindesin. Hadi! Kime diyorum?)
-Efendim? Bir şey mi sordun?
(Evet! Evet! Evet! Sordum. Ne bekliyoruz?)
-Hayır yavrum gitmenizi istemiyorum. Başka bir takım görevler ya da ödevler için burada öğreneceklerinizden vazgeçmenizi istemiyorum. Olmadığınız her an sizin için bir kayıptır. Bunu kaçıncı defa söylediğimi hatırlamıyorum bile.
(Hah! Gördün mü? Onlar da istemiyor bizi. Gidelim. Gidip daha huzurlu bir yer bulalım, belki uyuruz da.)
-Burada gerçekten ortaya “kendimi” koyuyorum. Özverimi, enerjimi, birikimimi ve her şeyi.. Öyle ki, günün sonunda kendi çocuğuma bunların hiç biri kalmıyor. Karşılığını almak isterim.
( Ya bir sal artık! Nedir öyle karşılık falan? Bak, boş boş bakıyor işte. Anlamıyor. Sadece karşı çıkacak gücü olmadığı için kabullenmiş gibi yapıyor. Sen de anlıyorsun bal gibi. Zorlama!)
-Şimdi tenefüse çıkın ve söylediklerim üzerine biraz düşünün.
(Gözlerim olsa yaşaracak. Yani o denli…)
-Sen de sus artık! Bıktım şımarıklığından, basit arzularından, bencil dışavurumlarından. Git kapat kendini bensiz bir yerlere. Beni de sensiz bırak, yorma içten içe.
(Hı?)
-Sana kulak vermekten, seninle çekişmekten, benden olduğunu bilip seni dizginleyememekten yoruldum. Git kendine, kuytu köşelerime gizlediğim, benim dahi bilmediğim şuursuz bir kıvrım bul. Yasla arkanı kendini bilmez bir yanıma, dertsizliğine doy.
(Ama?)
-Hadi! Uzatma….
(Duyuyor muydun yani bunca zamandır? Duyup da oralı mı olmuyordun?)
-Evet duyuyordum, ama oralı da oluyordum. Oluyorum… Bu yüzden gitmeni istiyorum. Duymazsam olmam belki de..
(Ne olmazsın?)
-Oralı olmam. Keyifsiz olmam, tatminsiz olmam, sevimsiz olmam. Ve daha pek çok şey olmam!)
(Anladım. Ama öyle olmuyor bu işler.)
-Nasıl olmuyor?
(Git deyince gidilmiyor yani. Olma deyince yok olunmuyor. )
-Nasıl oluyor peki?
(Bilmiyorum. Bilsem konuşmayı bırakırdım. Bilsem, yazmanı istemezdim.)
-Yazmamı?
(Evet. Yazarak bulmanı… Yazarak dökülmeni yatağından… Dökülürken, belki bir taşa takılıp aktığın yeri yadırgamanı…)
-!!!!!
(Üzgünüm. Biz aynı şeyiz. Aynı deri, aynı damar, aynı rüya, aynı yorgunluk, aynı endişe, aynı heyecan ve adına ne dersen o . Biz gidemeyiz birbirimizden anlayacağın. Biz “aynı” daki zıddız. Sen nereye ben oraya anlayacağın.)
-O halde…
(O halde?)
-Biliyorsun işte…
(Biliyorum. Müziği kapatmayı ve o kırmızı şeyi bitirmeyi unutma.)
-Olur:)
(İyi geceler.)
-Sana da.
Derya CESUR