
İnsan var olduğundan beri nefes alan, yüzyıllar akıp geçerken sürekli kostüm değiştirse de yarattığı etkiden taviz vermeyen ve her duyguyu kendi zıddıyla yan yana yürüten, züppe bir duygu aşk.
Burnu büyük, janjanlı, taze sıkılmışken mis kokulu, pahalı; ancak akşama esamesi kalmayan çiçeksi parfümler gibi anlık ve yalnız…
Yalnız…
Çünkü aşk uzaklık sever.
Çünkü aşk, ötekinin yokluğundan kıvranmasıdır ruhun.
Bütün efsaneler bunu söyler. Leyla ile Mecnun’un, Aslı ile Kerem’in, Ferhat ile Şirin’in aşkı imkansızlıktan büyür.
Romantik filmlerin kadın ve erkeklerinin hikayeleri de aynıdır. İki kişi birbirini görür, etkilenir ve pırıltılı zamanlar geçirir önce. Sonra mutlaka bir sebepten uzaklaşırlar birbirlerinden. Aşk, işte o boşlukta yaşar. O “ihtimal” boşluğunda… Çünkü bilir ki senaristler mutlu bir çiftin hiçbir değeri yoktur seyircinin gözünde. Çünkü mutlu beraberliklerin insanları koltuklarında tutacak bir gücü yoktur. Çünkü aşk, çatışmayla semiren ve ihtimallerle insanlara kancalanan kumarbaz bir duygudur.
Yeni bir keşif gibi görünmesin diye, gençken duyduğum ancak hayatımın orta katında anlamaya yüz tuttuğum yakışıklı bir söze göz kıpmak isterim.
“Aşıklar yaklaştıkça, aşk uzaklaşır”
Yani birbirimize ne kadar mümkünsek o kadar kısa sürer aşk. Artan ihtimaller kısaltır boyunu ve söze dökülen duygular bozar büyüsünü.
Bu yüzdendir ki, biz hep o muhteşem flört zamanlarımıza gönderme yaparız aşkı betimlerken. Henüz dudağa değmemiş fakat gözden taşan, abartılı bir özenle kendini ele veren, meraklı soruların havada taklalar attığı ve tarafların, hayatın en zehirli hallerini izlerken bile pembe bir iksire düşmüşçesine, bu dünyaya ait olmayan tebessümlerle gezindiği o tılsımlı zamanlara yani…
Evrenin en sıradan elleri dahi olsa bu iksirle birleşen, değişmeyen bir rotadır bu. Bazıları, fırtınalı okyanus yolculukları gibidir; kıtadan kıtaya uzanan sarsıntılı fakat tutkulu… Bazıları ise ada vapuru gibi kıyıdan az öteye; güvenli fakat sıradan…
Evrensel adaletin tecellisi gibi yani…
Aynı anda her ikisine birden sahip olamamak…
Birinin varlığında diğerinin oksijensiz kalma hali…
Belalı bir duygu aşk…
Direnci düşük bir vücuda saldıran virüs gibi zayıflığından, eksikliğinden faydalanıyor ruhların.
Doğası gereği, adrenalinle canlılığını koruyan yaşamın tetikçiliğini yapıyor adeta.
Kodlarımıza yıldız tozlarıyla işlenmiş kalıcı bir nakış gibi ezeli bir duygu… Bazen uykuda, bazen kıvraklığıyla baştan çıkaran bir canlılıkla sürdürüyor bin yıllardır soyunu. Ve biz insana değil duyguya kapılıp gidiyoruz çoğunlukla. Ona bir cisim vermek, onu tutmak, ona bakmak, onu yanımızda taşımak istediğimizden olsa gerek, ona bir beden buluyoruz. Onun yerine o bedene sarılıp uyuyoruz.
Fakat aşk, onu cisimleştirip “her şeye benzer” bir şekle soktuğumuzda terk edip gidiyor bedenini. Yüzümüzü ondan çevirip ete kemiğe tapar olduğumuzda, batırdığı okları çıkarıp uzaklaşıveriyor. Yeniden biricik hissedeceği yeni başlangıçlara koşuyor.
Sonra,
Hikayenin başında birbirlerini görmek için dakikaları sayan, el ele tutuşunca küçük kalp krizleri geçirdiğini sanan insancıklara ne oluyor dersiniz?
İki lafın belini doğrultacak kadar sözleri kalmayanlar, birbirlerine prangalı yabancılara dönüşüyorlar. Ekranları kaydırarak yalnızlıklarını kamufle eden ve uzaktakilerle yakın sohbetlerin hayalini kuran kapalı kutulara…
………………………………………….
Yazar adı çiçekli bir şarkı dinledi ve belki biraz “aşk” a geldi.
Sonra alıp kalemi eline bulduğu her kağıda dostça fikrini serdi.
O halde bu yazı aşka aşık, derde dolaşık, pek bir karışık olanlara gelsin.
Biraz çekilip köşesine usul usul demlensin.
Bu arada sen düşün biraz, akla sor;
Bir ihtimal daha var o da “sevmek” mi dersin?
Derya CESUR
Yazınıza bir yorum yazmak isterdim fakat kelimeleriniz karşısında kalemim aciz kalıyor. Tebrik ederim…
BeğenLiked by 1 kişi
Hiç aciz değil o kalem, sadece mütevazi. Teşekkür ederim. Saygıyla…
BeğenLiked by 2 people
Bu yazıyı okurken çok beğenmiştim bir yorum bırakmadan gönlüm rahata ermedi. Harika olmus. Kaleminize sağlık.
BeğenLiked by 1 kişi
Yapılan her bir yorum bizim için çok değerli. Pek çok şeyin tek bir tıklamayla hallolduğu bu çağda okuyan ve zahmete girip beğenisini ifade eden herkesin bizde özel bir yeri vardır. Teşekkür ederim.
BeğenBeğen
Özkan Sarı’nın; ‘Sadakatli İhanetler’ paylaşımıma yorum olarak bıraktığı “Derya Cesur’un bu yazısını okumanız gerekiyor” uyarısını hemen dikkate aldım, almayıp da ne yapacaktım hem, belli ki çok güzel bir yazı beni bekliyordu.
Hızlıca, yorulmadan okudum, tasvirlere hayran kaldım. Biraz “hobi hastalığı” var herhalde serde; okurken “ben bunu böyle ifade edebilir miydim” gözüyle bakıyorum zaman zaman:)
Yazının genelini ve anlattıklarını çok beğendim. Özellikle şu cümleyi: “Ona bir cisim vermek, onu tutmak, ona bakmak, onu yanımızda taşımak istediğimizden olsa gerek, ona bir beden buluyoruz.”
Tebrik ederim.
Ve evet, “sevmek” diye bir ihtimal mevcut her daim…Ne ada vapuru, ne fırtınadaki gemi. Belki akvaryumda besleyip büyüttüğün, hayatının sonuna kadar da yanında olan renkli balık.
Sevgiler.
BeğenLiked by 1 kişi
Çok teşekkür ederim albaraz. İhtimallere tutunduğumuz bir dünya burası. Beğenilme ihtimali, başarma ihtimali, sevilme ihtimali… Gitme, terkedilme, vazgeçme ihtimali, ki onlar bozar ayarlarımızı.. Biz yine de iyiye yoralım. Aşkla kalın 🙂
BeğenLiked by 2 people
🙂 Bilmukabele.(İhtimal etimolojisine baktım şimdi; tahammül ile aynı kökten geliyormuş. İlginç bir tesadüf. …
(iḥtimāl إحتمال [#ḥml VIII msd.] tahammül etme, tolere etme, taşıma, olasılık olarak tanıma, mümkün görme )
BeğenLiked by 2 people
Reblogged this on Demlik Edebiyat and commented:
Yani birbirimize ne kadar mümkünsek o kadar kısa sürer aşk.
BeğenBeğen