Sen, Okyanusmuşsun… Benim Su Birikintisi Sandığım!

İlk defa bu kadar büyük bir ev görüyordu Karl. Salonun ortasında durmuş, avizelerin ihtişamına, aynaların heybetine şaşırmakla meşguldü. Sadece salona bizim tüm mahalle sığar diye düşündü. Kaç kişi yaşardı ki burada, burada yaşayan insanlar ne iş yapardı, ne yerler ne içerlerdi? Ben burada yaşayamam diye düşündü, buranın temizliği de bitmezdi üstelik. Salonun parıltılı atmosferi içinde, kendisinin ne kadar mat ve kirli olduğunu hissetti. Elbiseleri eski, bakışları donuktu. Duvardaki büyük tabloya dikti gözünü, yağlı boya bir bayan portresiydi bu, tabii Karl yağlı boya tablonun ne demek olduğundan habersizdi. Gerçek hayatta bu kadar güzel kadın var mıdır? Diye sordu kendine.

”Beyefendi kusura bakmayın geciktim biraz, çok af edersiniz. Çok özür dilerim.” Dedi salona açılan kuğu kabartmalı kapıdan içeri giren Carmen. Karl, bayanın kendine seslendiğinden emin olmak için önce dönüp arkasına baktı, acaba başka biri mi var arkamda diye düşündü. Beyefendi kelimesine oldukça uzaktı, yakıştıramadı bir an kendisine söyleniyor olmasına. Ne kız arkadaşı Kelly ne de çevresindeki diğer kızlardan yaptıkları hatalardan dolayı mahcup olup, özür dileyenine çok denk gelmemişti. Bu evde karşılaştığı her olay Karl’ın bünyesine ters geliyordu.

Karl, saliseler içerisinde baştan aşağı süzdü Carmen’i, bukle bukle maun renkli saçların uçlarına takılmış zarif tokalar, altın oran bir yüz, belini saran ve gerdanını açıkta bırakan bir bluz ve diz altında fırfırlı bir etek. Eros’un okundan farksız, burun deliklerini yırtıp geçip beynin ilgili merkezine saplanıp kalan bir koku. Karl’ın anlaması uzun sürmedi… Bu kadın, tablodaki kadındı. Demek gerçekte de varmış dedi iç sesi.

Karl’ın orada bulunma sebebi, amcasının çalıştığı yardım vakfının tanıtım materyallerinin teslim edilmesiydi. Carmen, Karl’a oldukça nazik davranıyordu. Hemen gitmesine izin vermemiş, kurabiye ikramında bulunmuştu. Karşılıklı koltuklarda oturmaları Karl’ın Carmen’i yakından gözlemlemesine olanak tanıyordu. Oyuncak fabrikasında üretilmiş bir bebekten farksız bu kadın diye düşündü. Carmen’in mimiklerini, koltukta oturuşunu, el kol hareketlerini, konuşmasındaki zenginliği, akıcılığı ve seviyesi, bedeninin kusursuzluğunu, belli etmemeye çalışarak inceliyordu. Merakı her geçen an daha da artan Karl, etrafında böyle bir kadın hiç görmemişti. Böyle kadınların sadece kitaplarda ve resimlerde olduğunu düşünüyordu. Onun tenini ten olarak göremiyordu. Bu Karl için yeni bir şeydi. Karşısında duran bayanı fiziki bir varlık olarak değil, bir hayal olarak görmeye başladı. Bugüne dek gördüğü her kadının önce çıplak halini hayal eder ve onunla yatmayı arzulardı. Bu kez durum farklıydı. Bana neler oluyor diye düşündü. Carmen ise, gözü hızlı hareketlerle her yöne hareket eden karşısındaki genci şaşkınlıkla izliyordu.

Karl, evden ayrılırken sadece bedenini çıkarabildi dışarı. Ruhu hala Carmen’i incelemekle meşguldü. Dalgın dalgın evine vardı Karl. Mutfakta akşam yemeği hazırlayan annesi ve ablasına dikti gözlerini. Bir annesinin bakımsız ellerindeki ve topuklarındaki nasırlara bakıyor, bir ablasının şişmiş basenlerine ve sarkık göbeğine çeviriyordu bakışlarını. Birbirleriyle konuşmalarına kulak kabartıyor, kelimelerin çoğunun küfür ve argo kelimelerden oluştuğunu fark ediyordu. Annesi, ağzında sigarayla çorbayı karıştırırken kocasına lanetler okuyordu. O an etrafındaki kadınları düşündü tek tek. Hemen hepsi annesi ve ablası gibiydi. Bakımsız, görgüsüz, küfürbaz, kaba ve ahlaksız. Sadece, ara sıra uğradığı genelevdeki orospular biraz süslü giyinir ve nispeten daha iyi kokarlardı.

Carmen, Karl’ın gece rüyalarını, gündüz hayallerini işgal etmiş durumdaydı. Bugüne dek gördüğü, yaşadığı, hissettiği tüm kadın lügatı yerle bir olmuştu. O gün karar verdi kendini değiştirmeye. Bir yerlerden başlamalıydı. Mesela bugüne dek fırça görmemiş dişlerini akşamdan itibaren fırçalamaya başlayabilirdi. Kendine görgü kurallarını öğretebilecek bir kursa gidebilirdi. Yarım bıraktığı eğitimine yeniden başlayabilirdi. Geneleve daha az gidebilirdi. Carmen’in salonunda büyük bir kitaplık görmüştü, demek ki kitapları seviyordu. Kitap okumaya başlayabilirdi. Daha birçok şey düşündü Karl. Ama sadece kendi zihninin ve algısının yettiğince.

Ertesi gün önce markete uğrayıp diş fırçası ve macunu aldı Karl. Ardından daha önce hiç girmediği bir kitapçı dükkanına girdi. Hiç kitap okumamıştı ömründe. Rafları dolaşmaya başladı. Ne yazarlar hakkında ne de kitaplar hakkında en ufak bir bilgisi yoktu. Kitapların isimlerini ve üzerindeki resimlere baka baka ilerledi raflar arasında. Kitap adları, kapak resimleri ve bilinçaltı arasında üçlü bir bağ kurulmuştu. Bilinçaltının hangi kitabı seçeceğine karar vermesini bekliyordu… Ve bir raf önünde durdu. Sağ eliyle raftan bir kitap indirdi ve altın bulmuşçasına heyecanlandı. Kitabın üzerindeki resmi inceleyip adını okudu:

”Benim Hüzünlü Orospularım. Yazar: Gabriel Garcia Marquez”

Kitabı satın alarak heyecanla kitap dükkanından ayrıldı Karl. Kendince bir başlangıç yapmıştı. Ama sadece kendi zihninin ve algısının yettiğince.

O sırada kitapçı dükkanına yeni bir kitap sevkiyatı geldi. Kitap dükkanının görevlisi koliyi açıp içinden bir kitap aldı eline, sonunda geldi dedi ve önceden ayarladığı boş raflara yerleştirmeye başladı. Kitap üzerinde ise:

”Gabriel Garcia Marquez’in Biyografisi. Yazar: Carmen Carena” yazıyordu.

Özkan SARI

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s