
Rengi ne olsun yazacaklarımın?
Siyah mı? Beyaz mı?
Küçük yaşlarda izlediğim çizgi film kahramanlarının verecekleri kararları öncesinde omuzlarında iki varlık belirirdi; biri sağ omuzlarında, biri sol omuzlarında. Biri melekmiş, biri şeytan(annem öyle derdi). Melek doğru ve iyi olanın yapılmasını söylerken, şeytan yanlış ve kötü olanın yapılmasını söylerdi. Kahramanlarımız kimi dinlerse dinlesin çizgi filmin sonu hep mutlu biter ve ben diğer çizgi filmin başlamasını tebessümle ve sabırsızlıkla beklerdim.
Hayal gücü ortalamanın üzerinde bir çocuk olarak, ben o yaşlarda iki omzumda da iki varlıkla gezer oldum. Attığım her adımı, yediğim her lokmayı, dilimden dökülen her kelimeyi onlara sorar oldum. İkisini de seviyordum çünkü hikayelerimizin sonu hep mutlu bitiyordu ve biz bir daha ki hikayemizin başlamasını heyecanla bekliyorduk.
Ben bu durumu o kadar abartmıştım ki(daha doğrusu ailem ve arkadaşlarım öyle derdi) gür bir sesle omzumdaki arkadaşlarımla sohbetler eder, geceleri kendim uyumadan önce onları uyuturdum. Bu durumumdan iyice rahatsız olan babam beni psikoloğa götürmüş ve birkaç seans almamı sağlamıştı. Seanslar sonunda psikolog, babama: çocuğunuz gayet sağlıklı derken, benimde kulağıma eğilip ”sakın o arkadaşlarını ömrün boyunca kaybetme.” Demişti.
Birinin adını ‘Siyah’, diğerinin adını ‘Beyaz’ koydum. O günden sonra diğer renkleri sevemedim hiç. Siyahla beyazı Tanrı yaratmıştı da diğer renkler onların çocuklarıydı sanki… Tüm insanlığın Adem ile Havva’nın çocukları olduğu gibi. İkisinden de söz aldım. Ben bu hayatı bırakıp gitmeden, onlarda beni bırakıp gitmeyeceklerdi.
Ama gittiler! Ailemin artık sen büyüdün demelerinin üzerinden biraz zaman geçmişti ki gittiler. Baktım göremedim, seslendim duyamadım. Günlerce, haftalarca ağladım. Her gecenin sabahında ümitle uyandım döndüler diye… Dönmediler.
Korkar oldum hayattan, sindiremedim beni bırakıp gitmelerini, anlatamadım kimselere derdimi. Bu halime de kızar oldu babam. Beni yine psikoloğa götürdü. Babama: ”Oğlunuz gayet sağlıklı” diyen psikolog kulağıma eğilip ”artık büyüdün” dedi. O günden sonra gözyaşlarımı dışarı değil; hep içime akıttım.
Yıllar yılları kovaladı ben hep onları aradım. Evde yalnız kaldığım zamanlarda arşı titretircesine çığlıklar attım, dönün geri… Söyleyin bana ne doğru, ne yanlış. Söyleyin bana ne iyi ne kötü. Bazen sokakta gördüğüm siyah bir kedinin peşinden koştum, bazen yağmur altında kara bir bulutun: ”Siyah! Sen misin?” Bazen beyaz bir güvercine seslendim, bazen beyazlar içinde kar tanelerine: ”Beyaz! Sen misin?”
Büyüdün dediler bana… Onlar gittikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Her yaşanılanın sonu mutlu bitmedi. Her yaşanılanın sonunda tebessüm etmedim. Büyüdün dediler bana… İnsanoğlunun acımasızlığını gördüm, zalimliğini, sahteliğini, kalbi kararanları gördüm. ”Hayat bu!” dedi annem. Her yaşayacağının sonunda mutlu olmayacaksın ve her yaşayacağının sonunda gülmeyeceksin. ”Hayat bu!” dedi annem. Sen büyüdün…
Evet, ben büyüdüm…
Büyüdüm ve kirlendi dünya ya da hep kirliydi ben bilemedim.
Siyah nerede? Beyaz nerede?
***