
Bebeğini doğurabilmek için acı çekmeye hazırlanıyor anne.
Yarışı kazanabilmek için acıya dayanmak zorunda olduğunu biliyor atlet.
Yarasını dikebilmek için acıyla bileniyor cephedeki asker.
Daha güzel ve genç bir görünüm için bıçağın altına gülerek giriyor kadın.
Daha güçlü kaslara sahip olmak için ağır aletlerin altında acıyla eziliyor adam.
Ve acı çekiyor ruh, daha arzulanır bir hayatın düşünü kurarken.
Daha iyi, daha anlamlı ya da daha tatmin dolu bir “gelecek zaman kulübü”nün üyeleri olmak için acı çekiyoruz hep birlikte.
Daha iyi bir iş,
Daha renkli bir ilişki,
Daha havalı bir araba,
Daha gösterişli kıyafetler,
Daha çok gezmek,
Daha lezzetli yemek,
Daha çok eğlenmek
Ve daha fazla sevilmek…
Varolmak yetmiyor, varoluşumuzun göze değmesini istiyoruz. Yaşamak anlam değiştiriyor sene be sene. Çünkü hiç koltuğundan kalkmasa da insan, hareket eden bir gezegenin içinde kalamaz aynı yerde.
Ne nehir aynı nehir, ne başımızın üstündeki bulutlar aynı bulut. Durduğunu zannettiğimiz hiçbir şey durmuyor aslında. Canlı, cansız her şey, farklı hızlarda da olsa bir devinim halinde.
Değişen yalnızca madde de değil üstelik; duygular, düşünceler, alışkanlıklar, seçimler ve öngörüler…
Tercih edilebilir bir şey olsaydı eğer, belki de sabit kalmayı seçerdim. En huzurlu ve mutlu hissettiğim zamanda durdurup yelkovanı, kalan ömrümü orada tamamlamak… Ancak, bu müdahaleye açık bir durum değil. Yaşam, doğumla ölüm arasında sürekli zikzaklar çizen, çok değişkenli bir yolculuk hali.
Böylesine hızlı başkalaşan bir dünyada, bunca anlamadan artan yaşımla, okuduklarım, anladıklarım, tanıdıklarım ve deneyimlediklerimle aynı insanı yaşatmam olası görünmüyor.
Her gün değişen ve genişleyen iç evrenimde, dümeni ellerimden kaçırdığım çokça zaman yığdım kenara. Yine de üzgün değilim zamanı geldikçe geride bıraktığım ölü deriler için. Hayatın kodları böyle çünkü. “İnsan” doğmanın, bir ruha yüklediği acılı bir gelişim sorumluluğu.
Acı mı dedim?
Evet! Kendimi daha çok bilmek için…
Bunları yazarken, yerden binlerce metre yükseklikteyim. Ben duruyorum; ancak uçak gidiyor. Ve eğer o durursa, hayat bitiyor.
Bu yüzden kızamıyorum “sen, eski sen değilsin” diyenlere, hak veriyorum. Bundan gocunmak, buna alınmak gelmiyor aklıma. “Ya sen?” diyorum, merakı içine kaçmış bir karşılıkla. “Ben” diyor, “değişmedim, aynıyım hala.” Kırık bir tebessüm yerleşiyor yüzüme.
“Peki.” diyorum. “ Sen bunca severken sokağını ve ben unutmuşken dün nelere gülüp ağladığımı, yatağından rahatsız bir su gibi dökülüyorsam ve dönemiyorsam doğduğum yere, birbirimizi duymamız mümkün müdür hala?
Derya CESUR